Beyzade Haber

Bir güzel insan Bursalı Hacı Mehmed Efendi!

AİLE

Prof. Dr. Erman Bülent Tuncer milligazete.com.tr için kaleme aldı.

Güzel insan değil. Doğrusu güzeller güzeli bir insan. Tıpkı bir güneş gibi, etrafını aydınlatan bir nur parçası. Nice gönülleri fethetti. Herkesi Allah ve Resul’ünün çizgisinde buluşmaya davet etti. Bu ocağın levhası ve diploması yoktu. Ancak rahmeti ve bereketi çoktu. Bir hocamız bu ocağa “Görünmeyen Üniversite” ismini verdi. Ne yazık ki, bu ocağın ateşi 44 yıl önce söndü. Çünkü Mehmed Zahid Kotku Efendi Hazretleri bu dünyadan beka âlemine göçtü.
Bu örnek şahsiyet, Muhterem Hocamız Mehmed Zahid Kotku Hazretleri idi. İskenderpaşa Camii imam ve hatibi olan bu güzel insanı, semt sakinleri “Bursalı Hacı Mehmed Efendi” olarak tanır ve çok severlerdi. O gerçek bir Allah dostu idi. Gönüllerimizin “Hocaefendi”si idi. Onsuz geçen hayat benim için büyük bir boşluk oluşturmuştur. Çünkü her sıkıntımızda başvurduğumuz ve duasını istediğimiz bir akil insandan mahrum kalmıştık.

Dedemi bayram namazlarına götürdüğüm zaman, Hocaefendi’yi tanımıştım. Sokakta top oynarken, bu güzel insanın aramızdan geçtiğini hatırlarım. Yıllar sonra, bu özel ve güzel insanın hayatıma yön vereceğini nereden bilebilirdim. Ferudiddin bin Attar’ın yazdığı ve Hocaefendi’nin sadeleştirdiği Tezkiretel Evliya isimli eseri hayatımın seyrini değiştirmiştir. Evliyaullah’ın hayatından çok etkilenmiştim. İslam ahlakının güzelliğini ve özelliğini anlamıştım.
İşte bir sonbahar gecesi, rüyalarımda Hocaefendi’yi gördüm. Rüyalardaki yolculuğumuz o zaman doçent olan Necmettin Erbakan’ın ikametgâhının karşı köşesindeki bakkal dükkânının önünden başlıyor. Hakk’a doğru yönelen bu yürüyüş Saraçhane’deki Belediye Sarayı’nın önünde bitiyordu. Gördüğüm bu rüyanın içinde, Hocaefendi okullarda okutulan tarih kitaplarındaki yalanları anlatıyor. Mahrem de konuşulan gizli hakikatleri açıklıyordu. Yolculuğun sonunda bir uyarıda bulundu: “Konuştuklarımız aramızda kalsın. Şimdilik suskun kal.”

Ne var ki, zaman tüneli içine girdiğimizde, bu rüya gerçek olmuştu. Siyaset dünyasına girişim Erbakan Hoca ile başlamış. Bürokratik hayatım da Belediye Sarayı önünde noktalanmıştı.

Şaşılacak bir şey oldu. Rüya içinde bir rüya görüyordum. Kısa bir zaman önce vefat eden dedelerimin cenaze imamlarını buluyor. Bu rüyanın tabir edilmesini istiyordum. Hocaefendi birden karşıma çıkıyor. “Kimse ile konuşma” şeklindeki uyarısını hatırlatıyordu. Bu uyarıyı dikkate almadım. Ama bunun bedelini çok kötü bir şekilde ödedim. Bendeki ani gelişen dini heyecan ailemi telaşlandırdı. Erken öten horoz gibi meydana çıktım. Bu mücadelenin çocuk yaşta sıkıntılarını çektim. Vefa Lisesi’ndeki sınıf arkadaşlarım ‘Müftü’ ismini taktılar. Sonunda liseden mezun olurken, karnemdeki hal ve gidiş notu 10’dan 6’ya düşürülmüştü.

Bu rüyanın bir İlahi tasarım olduğuna inandım. Bir Allah dostu bu rüyayı yorumlarken, “Sen de bir şey yok. Bu dedenden tevarüs eden bir husus” dedi. Annemin dedesi Bitlis’te bir Kadiri şeyhi idi. Şeyh Muhyeddin diye bilinirmiş. Anneannem gırtlağımdaki çıkıntıyı babasındaki boyun yapısına benzetirdi.
Bu rüyanın en şaşırtıcı yanı. Hocaefendi’nin yanındaki kişilerdi. Hayatımda bunları hiç görmemiştim. İskenderpaşa Camii’nde Cuma namazını kılarken bir de bu insanları orada görmez miyim? Az daha küçük dilimi yutacaktım.

Hiç çekinmeden Hocaefendi’nin kapısını çaldım. Rüyamı anlattım. Hiçbir yorum yapmadı. Beni okyanusların ortasına götürdü. Gemi batıyor, ne yaparız diye sordu. Kendisi cevabını verdi. “Rabbim bizi bağışla ve bizi yaşat” diye dualar ederiz” dedi. Sahile çıktığımız zaman bu duaları unutursak sözümüzde durmamış oluruz” şeklinde hatırlatmalarda bulundu. Anladım ki, bu aşkın bitmesini ve bu sevginin tükenmesini istemiyordu. 1962 yılı Kasım ayında başlayan yolculuk 1980 yılının sonbaharında geçici bir ara veriyordu. Bu satırların günahkâr yazarı –hayatı boyunca- mürşidinin himmetini asla unutmayacaktır. Nasihat vermek istediği her genç kardeşine de bir tavsiyede bulunacaktır: Âlimlerin etrafında buluşunuz. Unutmayınız ki, âlim bilgi yüklü olan kişi değil, ilmi ile amel eden bir kimsedir. Onun yüzüne bakmak nur ve onların meclislerinde bulunmak büyük bir bahtiyarlıktır.

Her rahmetin bir zahmeti vardır. Dünya hayatı zor bir sınavdır. Yalan dünya boştur. Ancak yanıltıcı görüntüsü hoştur. Yaradan’ın da koyduğu kurallar vardır. Bu dünyadaki nimetlerin haramı vardır. Helali vardır. Ahirette de hesabı vardır. Gül yüzlü Hocaefendi dilinden hiç eksik etmezdi. “Haramın azabı vardır. Helalin de hesabı vardır. Bana göre, “ayaklarınızı denk alın” demek isterdi. Gerçek âlimler bir rehberdir. Allah’ın koruyucu melekleri gibidir. Mürşitler birer paratonerdir. Bu halkaya katılan insanları korumak onların doğal bir görevidir. Hiç unutmam, fakültedeki bir hocamızın odasına münasebetsiz bir kişi geldi. Peygamber Efendimiz ile Veysel Karani Hazretleri’nin makamları hakkında gelişigüzel konuşuyordu. Bu saçma sapan sözlerine tepki gösterdim. Sanki kalbim sıkışıyor gibi oldu. Saçmalayan adam odadaki insanlara döndü ve “Bakınız efendisi onu rahat bırakmıyor” dedi.
Gençlik heyecanı içinde, bu güzel insanlar için, “nereden çıktılar karşıma” dediğim olmuştur. Çünkü nefsin ile aklın çalışması beni perişan etmiştir. Ama mürşitler -iradelerinin dışında olsa bile- talebelerini yalnız başına bırakmazlar.
Gerçek âlimlerin zaman ve mekân tanımayan güçleri vardır. Bu Allah’ın onlara verdiği bir lütuftur.

Londra’da yaşadığım yıllarda bekardım. Geceleri British Council denilen uluslararası bir mekâna takılırdım. Bir seferinde yarı İngiliz, yarı İrlandalı çok güzel bir melez kız ile tanıştım. Bu güzel kıza hayran olmuştum. Hayatımda ilk kez (içim kan ağlayarak) içtiği içkinin hesabını ödüyordum. Ev adresini de öğrenmiştim. Kendisi ile buluşmayı planlıyordum. O gece Hocaefendi rüyama girmiş. Sanki Londra üzerime yıkılmıştı. Yüksek bir ses tonu ile yaramaz talebesini azarlıyordu. “Yazıklar olsun. Bu fakir millet bu ilişkiler için mi sizleri yabancı ülkelere gönderiyor.” şeklinde tepkisini ortaya koyuyordu. Bu sözler bir ok gibi kalbime saplanmıştı. Ertesi gün ani bir kararla Londra’dan Brighton’a taşınmıştım.

1973 Mart ayında doktora çalışmalarını tamamlamış ve İngiltere’ye gidiş hazırlıklarını yapıyorum. Milletvekili genel seçimleri var. Mazhar Özman ve Rıfat Tandoğan gibi ağabeylerimiz milletvekili adayı olmuşlardı. Seçim kampanyasına fiilen katılmamı istiyorlardı. Resmi bir görev taşırken, bu yarışın içinde olmak istemiyordum. O zaman istifa etmemi istediler. Mazhar Ağabey, Hocaefendi’nin bu iş için üniversiteden ayrılmamı istediğini söyledi. Ancak bana hiç de inandırıcı gelmedi. Çünkü Hocaefendi prensip olarak siyaset ile ilgilenmiyordu. Hocaefendi yurt dışına çıktığı için de kendisine ulaşamıyordum. Zaten gidiş sebebi de, bu spekülasyonların dışında kalmaktı. Kararsız kalmıştım. Osman Çataklı beni rahatlattı. İstifamı önledi. Ömer Öztürk de bu baskılardan kurtulmam için beni İngiltere’ye gönderdi. Hocaefendi ise Mekke’de idi. Ağabeylerimi yalnız bıraktığım için de içim buruktu. Londra’da Hocaefendi rüyalarıma girmesin mi? Ağabeylerimizin vücutları kan revan içinde perişan ve yorgun bir haldeler. Hocaefendi, “Erman şimdi sen rahat mısın” diye sormasın mı? Bir kez daha sarsılmıştım.

Hocaefendi’nin kendisine has bir eğitim metodu vardı. Önem verdiği bir konuyu, zihinlere yerleştirmek için çok sık tekrarlardı. Cuma hutbesinde anlatır. Pazar derslerinde tekrarlar. Ev sohbetlerinde de bir kez daha vurgulardı. Benim gibi günahkâr bir kul da, bu uyarıları dinler. Hocaefendi’nin haklılığını kabul eder. Ancak aynı hataları işlemeye devam ederdi. Şüphesiz Hocamız bu yanlışlardan çok rahatsız olurdu.
Bir gün bize çok güzel bir ders verdi. Dedi ki, “Söylüyorum. Tekrar söylüyorum. Sözlerimin tesirli olmadığını üzülerek görüyorum. Oturdum, kendi kendime sebebini araştırdım. Kabahati kendimde gördüm.” Bu sözleri naklettiğim Necip Fazıl Kısakürek “Bana bak” dedi, “Bu bir veli üslubudur. Bu zatı sakın bırakma.”

Hazretin en önemli uyarısı: “Denizde yürüyen bir kişi görseniz. Havada uçtuğuna tanık olsanız. Eğer bu kişi Resulullah’ın sünnetine muhalefet ediyorsa, vebadan kaçar gibi, onun yanından kaçınız.”

Vefatından kısa bir zaman önce mide ameliyatı olmuştu. Ameliyatı Mazhar Özman yapmış. Ali Uras Hocamız da izlemişti. Değerli bir anestezi uzmanı olan Müfid Hoca da narkoz veriyordu. Duaların eşliğinde Hocaefendi ameliyat olurken, cerrahı rahatlatmak için, anestezist bazı şaklabanlıklar yapıyordu. Doğrusu bu duruma canım çok sıkılmıştı. Sanki Hocaefendi’nin ruhu beni başucuna çağırıyordu. Nur yüzlü bakışları içinde beni sınava tabi tutuyordu. 19 yıllık yol arkadaşlığımızdan hatırımda kalanları sordu. Anlattıklarımı doğruladığını düşünüyordum. Sanki bana bir talimat vermişti. Gittiğim her yerde, aşağıdaki hususları anlatmamı istiyordu.
1- Bu dünyada en büyük felaket imansız olarak yaşamaktır. En büyük bahtiyarlık da bu dünyayı kâmil bir imanla terk etmektir. İçerisinde zerre kadar imanı olan kimse cehennemde kalmayacaktır.
Ehli iman günahları nedeniyle cehenneme gitse bile, cezasını tamamladıktan sonra, kendisini cennette bulacaktır. Halbuki iman etmeyenlerin gidecekleri yer doğrudan cehennem olacaktır.
Geliniz ev ev merhamet şebekeleri kurunuz... İnsanları bu felaketten kurtarınız.
2- Bu memleketin başına gelen felaketlerin en büyük sebebi rızık korkusudur. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” veya “viran olası hanede evladüiyal (eş ve çocuklar) var” safsatasıdır.
Doğrusu şudur: Rızkı veren Allah’tır. Rezzak olan Allah’tır. Rızık konusunda Allah’ın sözü vardır. Şüphesiz Allah sözünde durandır.”
3- Bütün dünya Müslümanların karşısında olsa, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Yeter ki, Allah bizimle beraber olsun. Hz. İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attılar. Rabbimizin emriyle bu yakıcı ateş, gül bahçesine dönüştü. Ateş bir mahlûktur. Allah’ın yarattığı bir şeydir. Rabbimizin izni olmaksızın, hiçbir şey yapamaz.
Unutmayınız ki, kuvvet ve kudret sahibi sadece Allah’tır.

Bu tecrübelerin ışığı altında, genç kardeşlerime acizen bir tavsiyem var. Mutlaka gerçek âlimleri bulunuz. İlmi ile amel eden bu güzel insanların yanı başından ayrılmayınız. Bu güzel insanların sohbetlerinden istifade ediniz. Kur’an ve sünnet çizgisinden kesinlikle sapmayınız. Birlikte yola çıktığınız kardeşlerinizi unutmayınız. Yolda bulduğunuz insanları da bu kervana katınız. Unutmayınız ki, sanat Allah’ı aramaktır. Gerisi çelik çomaktır.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.