Mevlid-i Nebi ve Aksa Tufanı
Mevlid-i Nebi ve Aksa Tufanı
Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) dünyayı teşrif edişleri bu yıl Gazze’de süren soykırım savaşı sürecinde idrak ediliyor. Mardin Artuklu Üniversitesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Vasfî Âşûr Ebû Zeyd Mevlid-i Nebi ve Aksa Tufanı konusunu Milli Gazete için kaleme aldığı makalesinde değerlendirdi.
‘’Bu yıl, Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in (s.a.v) doğumunun sene-i devriyesini, Aksa Tufanı savaşının birinci yıldönümüne yaklaşırken idrak etmekteyiz. Bu savaş dünyayı değiştirdi, adeta tek ayak üzerinde durdurdu, birçok gerçeği gün yüzüne, birçok kavramı da ön plana çıkardı. Dünyaya iki büyük, açık ve görünür grup gösterdi: İslam ve Küfür.
Okuyucu haklı olarak, Peygamber'in (s.a.v) 1500 yıl önceki doğum günü ile bugün gerçekleşen Aksa Tufanı arasında nasıl bir ilişki olduğunu; bu zamansal uzaklığa rağmen bir ilişki olup olamayacağını varsa keyfiyetinin niteliğini merak edebilir.
Allah'ın yardımıyla diyoruz ki: Evet, Peygamber'in (s.a.v) doğumunun Aksa Tufanı ile olan ilişkisi, bu doğumu kutlamanın onun yaşamını incelemek, sözleri ve fiilleri üzerinde düşünmek, onun rehberliğinde yol almak, şahsiyetinin büyüklüğünü tanımak ve sünnetini takip etmek olduğu gerçeğinde somutlaşması ve Allah Teala’nın şu kavline icabet etmek sadedinde gerçekleşmesidir: “Allah'ın Resulünde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır” (Ahzab 21).
Peygamber'in (s.a.v) Doğumu Büyük Bir Sıçrama ve Köklü Bir Değişimdir
Peygamber'in (s.a.v) doğumu, insanların yanlış bir akideye, kötü geleneklere ve ahlaka, insanlık dışı ve mantıksız koşullara veda edecekleri, yüce ufuklara, yüksek menzillere, saf akideye, yüce şeriata, engin ahlaka, koruyucu bir medeniyete ve bunu yapmalarını sağlayacak muhteşem koşullara kavuşacakları yeni bir çağın başlangıcına işaret ediyordu.
Bu yeni durum, asil sahabe Rabi'i b. Amir'in, Perslerin komutanı Rüstem'le karşılaştığında söylediği sözlerde somutlaşmıştı. O, İran komutanı Rüstem’in yanına vardığında, hiç görmediği şatafatlı bir manzara ile karşılaşmıştı. Bulunduğu yer, nakışlı yastıklar, kadifeden halılar, inci ve yakutlar ve daha birçok ziynetlerle süslenmişti. Rüstem, altın kaplama bir koltukta oturuyordu. Etrafındaki insanlar bir köle gibi kendisine hizmet ediyordu. Rabi’i (r.anh) ise gayet sade ve eski bir kıyafet giymişti. Eğri bir kılıcı, eğilmiş bir kalkanı ve çelimsiz bir atı vardı. Rüstem’in şatafatı onu hiç mi hiç cezbetmemiş ve değiştirmemişti. Bütün bu gördüklerine karşılık, onun da sarsılmaz bir imanı, yıkılmaz bir şecaati ve cesareti vardı. Halılarla örtülü yere varınca, atından indi ve hemen oraya atını bağladı. Silahı, zırhı, üzerinde ve miğferi başında idi. Ona:
“Silâhını bırak da gel!” dediler. O da:
“-Beni böyle kabul ederseniz ne âlâ, yoksa döner giderim. Ben kendiliğimden buraya gelmedim. Siz dâvet ettiniz de geldim” diyerek gayet vakur ve cesur bir cevap verdi. Orada bulunanlar, bu çelimsiz insanın gösterdiği cesaret, şecaat ve kahramanlık karşısında şaşırıp kaldılar. Rüstem büyük bir gurur ve kibirle:
“Bırakın onu!.. Gelsin!..” dedi. Rabi’i (r.anh) mızrağına yaslanarak ilerledi. Rüstem’in yanına yaklaştığında, mızrağını yere sapladı. Yerde ipekli yastıklar vardı. Mızrağın keskin ucu, ipek yastıkları delip geçti. Ona, niçin geldiğini sordular. Rabi’i (r.anh) şöyle dedi:
“-Allah ü Teâlâ dilediği kimseleri kula kulluktan kendisine kulluğa, dünya sıkıntılarından ve bâtıl dinlerin zulmünden kurtarıp İslâm adaletine ulaştırmak için bize bir Peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse, bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allah’ın vaad ettiğine kavuşuncaya kadar onunla savaşırız” diyerek cevap verdi. Allah’ın vaad ettiğinin ne olduğunu sorduklarında Rabi’i (r.anh) şöyle mukabelede bulundu:
“-Kâfirlerle savaşırken ölen için cennet, geride kalanlar için ise zaferdir.” (El-Bidâye ve’n-Nihâye, İbn Kesîr, 9/622, Dâru Âlemi’l-Kütüb, h.1424/m.2003)
Bu davetin hakikatini ortaya koyan diğer bir örnek de Ca’fer b. Ebi Talip’in (r.anh) tarafından, Habeş Necâşisi’ne hitaben dillendirdiği şu sözlerde karşımıza çıkmaktadır. O, şöyle demiştir: ‘’ Ey Hükümdar, biz cahiliye üzere olan bir kavimdik. Putlara tapar, ölü hayvan etini yer, azgınlık yapar, akrabalarımızla ilgimizi keser, komşularımızı unutur, zayıfları ezerdik. Bizler bu durumdayken, Allah içimizden birini bize peygamber gönderdi. Nesebini, doğruluğunu, eminliğini ve iffetini bildiğimiz bir peygamber. O, bizi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya, O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarımızın Allah’tan başka tapına geldiğimiz putları ve taşları terk etmeye davet etti. O, bize doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Bizi; fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara iftira etmekten menetti. Biz de ona iman ettik ve davasını tasdik ettik. Onun Allah’tan getirip bildirdiği şeylere tabi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi, zulmetti. Bizi dinimizden vazgeçirmek, Allah’a ibadetten alıkoyup, putlara taptırmak için türlü türlü işkencelere uğrattılar. Biz de bütün bu sebeplerden dolayı yurdumuzu, yuvamızı terk ederek ülkene geldik. Seni başkalarına tercih ettik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit etmekteyiz.’’
Cafer’in (r.anh) söylediklerini sükûnetle dinleyen Necâşî: “Allah tarafından Peygamberinize gönderilen vahiyden ezberinde bir şey var mı?” diye sordu. Cafer (r.anh):
“−Evet.” dedi ve Meryem Sûresi’nin ilk âyetlerinden, Hz. Yahyâ ve Îsâ’nın (a.s) doğumları ile alakalı âyetleri tilâvet edince Necâşî ve adamları müteessir olup ağladılar. Necâşî:
“–Allâh’a yemin ederim ki, bu sözler, Hz. Mûsâ’ya ve Hz. Îsâ’ya (a.s) inen vahiylerin kaynağındandır.” dedi ve Kureyş elçilerine dönüp:
“–Ben bu Muhâcirleri size teslîm edemem!” diyerek tekliflerini reddetti. (Siyer A’lâmi’n-Nübelâ, Zehebî, 1/432-433, Müessesetu’r-Risâle, h.1422/m.2001.)
Arapların içinde bulundukları tüm bu koşullar ve geldikleri nokta, Peygamberimizin (s.a.v) doğumunun ve onun yüce risaletinin bir meyvesiydi. Dolayısıyla Peygamberimizin doğumu ve risaletiyle meydana gelen değişim, aradan geçen asırlardan sonra bugün ümmetin yeniden ihtiyaç duyduğu şeydir.
Peygamber'in (s.a.v) Doğumu ve Bunun Aksa Tufanı ile Olan Bağlantısı
Dünyanın değiştiği, olağanüstü olayların ortaya çıktığı ve mucizelerin gerçekleştiği bu doğum, ister ana rahminde, isterse de dünyaya gelişte olsun, köklü bir değişimin işareti olan dirilişi, insanlığı Allah'tan başkalarının boyunduruğundan kurtarma çabası, insan onurunu yüceltmek, Allah yolunda cihad sancağını yükseltmek ve izzet ve zaferi hissetmek gibi yüce anlamlarıyla Aksa Tufanı savaşının ışığında en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyleri taşımaktadır. Nitekim bu savaş ümmette cihad ruhunu canlandırmış, Müslümanlara gurur ve onur hissettirmiş ve cihad meydanlarında, küfür ve iman savaşında sahabeler hakkında okuduğumuz sahneleri, bu savaşta tezahür eden ayrışmayı, küfür kampı ile iman kampı arasındaki farkları bize yeniden hatırlatmıştır.
Aksa tufanının anlamı, Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) doğumunun müjdelediği anlamla aynıdır. Aslında, ekranlarda gördüklerimiz, duyduklarımız ve izlediğimiz haberler Peygamberimizin, sahabelerinin ve tabiinin hakkında okuduklarımızı bize yeniden hatırlatmaktadır. Bu, Seyyid Kutub'un (r.aleyh) ilk nesil ve onun tekerrür edebilmesi ya da en azından bazı örneklerinin tekrarlanması olasılığı hakkında söylediklerini doğrulamaktadır. Nitekim o şöyle demiştir: “O dönem, insan hayatının gerçekliğinde, en yüksek insanlığın temsil edildiği çok sayıda örnek şahsiyeti, benzeri görülmemiş bir şekilde, bu menhecin dışında yetişen tüm insan şahsiyetlerinin küçük cüceler ya da henüz varlıklarını tamamlamamış varlıklar ya da her halükarda tutarsız varlıklar olarak göründüğü bir tablo yaratmayı başardı... O büyük nesil, kaynakları fakir, doğal, ekonomik ve bilimsel yetenekleri sınırlı çölün kalbinden, bu muazzam ve harikulade ortaya çıkışa engel teşkil eden durumların içinde ortaya çıktı. İnsanlık -bugün ve yarın- bu menheci yaşamının temeli olarak kabul ederse, bu girişimde yeniden başarılı olmak için ne doğası gereği ne de yetenekleri gereği aciz değildir.
Bu menhec, zaman içinde başına bela olan tüm sapmalara, çekişmelere ve saldırılara rağmen, o ilk nesilden benzerlikler, izler ve izlenimler taşıyan insan modelleri üretmeye devam etmiştir... Bu modeller insan yaşamı üzerinde güçlü etkiler yaratmaya, insanlık tarihinin seyrini etkilemeye, etraflarında ve arkalarında yaşamın yönünü belirleyen ve özelliklerini renklendiren muazzam akım ve anaforlar bırakmaya devam etmiştir. Bu menhec, ne zaman hayata uygulanmak için ciddi bir girişimde bulunulsa, bu örnekleri yeniden diriltme yeteneğine hala sahiptir. Tüm karşıt etkilere, etrafındaki ve yolundaki tüm engellere rağmen, yöntemin altında yatan sır, doğrudan fıtratla ilgilenmesi, onun hazinesinden doğrudan yararlanmasıdır. Bu muazzam ve kalıcı bir hazinedir. Bu menhecle karşılaştığı her yerde bu hazinenin zengin kaynakları patlar ve içinde saklı olan feyiz fışkırıp taşar!’’ (Hâzâ’d-Dîn, Seyyid Kutub, 42-44, Dâru’ş-Şurûk, bsk.15, h.1422/ m.2001)
Peygamber'in (s.a.v) Doğum Günü'nün Aksa Tufanı’na Karşı Yükümlü Kıldığı Görevler
Peygamber'in (s.a.v) doğumu ile Aksa Tufanı arasındaki ilişkinin en önemli özelliği, bu şerefli doğumun Aksa Tufanı karşısında bizlere yüklediği görevlerdir. Bu görevler Nebevi sünnetten çıkarılmış ve Peygamber'in (s.a.v) rehberliğinden alınmıştır.
Bu görevlerden ilki Aksa Tufanı’nı yürüten yiğitlere aktif katılımdır. Gerçek aktif bir katılım… Bu noktada her biri çok daha fazlasını içeren iki ana katılım türü ifade edilebilir. Kur'an-ı Kerim ve Nebevi Sünnet'ten bunu doğrulayan düzinelerce şer'î nass vardır. Bunlar şu şekildedir;
1- Maddi katılım, yani maddi destek, askeri destek ve savaşa gerçek katılımla ilgili her şey. Bu, ilk etapta ordular ve sonrasında toplumlar tarafından yerine getirilmesi gereken bir görevdir ki ümmet şimdiye kadar bunun gereğinin onda birini bile yapmamıştır. Bu aynı zamanda mücahidlerin para ve teçhizatla donatılması, mücahidlerin ailelerine iyi bir şekilde sahip çıkılması, geride kalanlara ve şehid ailelerine, hastalara ve yaralılara destek olunması ve yeniden yapılanmaya mali olarak katılmak anlamına gelir.
2- Manevi katılım. Onurlu medyanın ya da onurlu olması gereken medyanın görevi olup gerçekleri abartmadan yahut eksiltmeden olduğu gibi aktarmasıdır. Ayrıca forumlara, seminerlere, konferanslara, gazetelere ve pop-up'lara yazarak ve katılarak destek sağlamak, mücahidler için dua etmek te bu bağlamda değerlendirilebilir. Bunların hepsi ümmeti canlandıran ve savaş alanındaki mücahidlere olumlu yansıyan manevi katkılardır.
Dolayısıyla, Peygamber'in (s.a.v) doğumu ile Aksa Tufanı arasında ayrılmaz ve kopmaz bir ilişki ile karşı karşıyayız. Onun doğumu ve yüce risaleti ile meydana gelen ve ümmetin şu anda yaşadıklarına benzeyen büyük ve köklü değişikliklerin, aynı şekilde sünnetin Müslümanlar arasında birbirlerine karşı yüklediği görevlerin, özellikle de Filistin topraklarının bize yüklediği sorumlulukların ve Filistin topraklarındaki -yüzüstü bırakanların kendilerine zarar veremeyeceği ve Allah’ın emri gelinceye kadar aynı şekilde direnişlerine devam edecek olan- mücahidlerin hatırlanması yoluyla bunu idrak edebilmekteyiz.
Tercüme: Hamza Korkmaz