Hayatın içinde karşılaştığımız sorunların, çatışmaların, çalkalanmaların hatta kavgaların aslında bizim göreceli olan fikirlerimize, düşüncelerimize ve duygularımıza aşırı anlam yüklemekten kaynaklandığını bilmeliyiz.
İşte insanın o noktada bu benim düşüncem veya hissedişim ama yanılıyor olabilirim demesi veya kendisine içsel bir ses ile bunu hatırlatması çok önemlidir. Zira bir kimsenin başkasına kendi göreceli duygularını ve iddialarını dayatma gibi bir lüksü olamaz.
Şayet bir şey fıtri bir nitelik arzediyorsa yani herkes için geçerli insani bir tarafı varsa zaten bağnazlardan, yobazlardan ve zalimlerden başkasının ona itirazı olamaz. Zira aklın, vicdanın ve fıtratın yolu göreceli olmaz. İslama göre vahyin çağırdığı da insanlığın değişmez ilkesi olan fıtri değerleredir.
“Emr-i bil maruf” yani marufa teşvik etmek aslında ortak iyiye teşvik etmek demektir. Zaten “maruf” kelimesinin etimolojisine bakınca bunu rahatlıkla görürüz. Tüm fıtratların arifi olduğu yani tanıdığı ortak doğruya maruf denir. “
Nehy-i anil münker” yani ortak kötüye engel olmak ise insani değerlere mugayyir tüm tavır ve davranışlara mani olmak demektir. Zaten “münker” insan doğasının kabullenemediklerine denir. İnsan malına, canına, ırzına musallat olmanın sana göresi bana göresi olmaz. Bu hakların korunması maruf, bunlara musallat olanların engellenmesi ise münkerdir.
Ortak değerler dışında bir de, insanların göreceli düşünceleri ve duyguları vardır. Çatışmalar ise genelde, insan egosundan ve bencilliğinden dolayı bu alanlarda olur. İşte bu noktada kişinin yanılabiliyor olabileceğini bilmesi gerekir. Zira insan fıtratında olmayan yani Ilahi olmayan hiç bir şey mutlaklaştırılamaz.
Herkesin yetişme koşulu, içinde bulunduğu hal ve ahval, mazideki deneyimleri bir başkasından farklı olacaktır ve bu durumda herkes bu gök kubbe altında renkliliklere ragmen birlikte yaşama kabiliyetini geliştirmeye mecburdur.
Kendi düşüncemize ve duygumuza yönelik bir şeyi beğendiysek bunu doğru ve güzel kabul edip bu çerçevede harket etmemizde farklılara düşman olmadığımız takdirde sakınca olmaz.
Farklılıklara düşman olmak değil ama rakip olmak gerekir. Çoğu kez rakip olmakla düşman olmak birbirine karıştırılmaktadır. Oysa ki rakip tıpkı müsabaka halinde olan boksör gibi o esnada hararetli olsa da müsabaka sonrasında rakibiyle dışarda bir yerde kahve içip sohbet edebilir. Müsabaka sonrasında kucaklaşır ve zor durumlarda kardeşinin yanında olur. Düşmanlık ise kendisinden farklı olanın yok olmasını istemek demektir.
Düşmanlık ise vahyin de ifadesiyle sadece düşman olana yani sadece zalimleredir.
Konuyu Nasreddin hoca’dan bir fıkra ile bağlayayım.
Hoca kadı iken bir kavgacı adam gelip Hocaya başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş :
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
- "Haklısın," demiş Hoca.
Biraz sonra aynı kavganın diğer tarafi gelmiş. Aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş:
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
Ona da :
- "Haklısın," demiş Hoca.
Adam gittikten sonra karısı içerden seslenmiş :
- "Efendi ikisine de haklısın dedin, iki kavgacının birisi haksız olmalı değil mi ?" dediğinde;
- "Sen de haklısın Hanım" demiş Hoca.
Evet fıkradan da anlayacağımız gibi ortak değerler (maruf) dışında her şey için muhataplarımıza sen kendi zaviyenden haklısın ama ben böyle düşünüyorum diyebilmeliyiz.