09.03.2020, 11:24
48
Çileli Bir Hayat; Selim Demirli (1941-2020)
Davamızın temel taşlarından olarak vasıflandırabileceğimiz Eğitimci-Yazar değerli insan Selim Demirli Hocamız yakın zamanda Allah’ın rahmetine kavuştu. Pek çok insan dünyadan gelir geçer ancak bazıları hayırla yad edilir bazıları örnek olur, iz bırakır da geçer. Hocamız da onlardan biriydi.
Nedense hep kaybedilince daha iyi anlaşılır bazı insanların değeri. Onların yokluklarına alışmak hep daha zordur. Takdiri ilahi, “her canlının ölümü tadacağını biliyoruz ve Allah’tan geldik ve O’na tekrar döneceğimizin de bilinci ve inancındayız.”
Hocamız şahsiyeti ve ilmi kişiliğiyle öne çıkan örnek şahsiyetlerden biri olarak yaşadı bu hayatı. Bu tür önder/örnek şahsiyetlerin günümüze ışık tutan üstün yönlerini ön plana çıkarmalıyız diye düşünüyorum.
Merhum Hocamız 1941 yılında dünyaya gelmiş, esasen Kütahyalı olup evlendikten sonra Antakya’ya yerleşmiştir. Hayat hikâyesi birçok ağır imtihana sahne olmuş. Babasını 3 yaşında kaybetmiş bu yokluğa 13 yaşında annesini de kaybederek bir hüzün daha eklemiştir.
Hocamızın köyde başlayan çetin hayat mücadelesi doğduğu yeri terk edip ilim yolunda gurbete çıkmasıyla devam etmiştir. Hayat hikâyesini “Çileli Hayat” ismiyle yayınladığı otobiyografi türündeki kitabını okuyunca Türkiye’nin de önemli bir devrine de şahit olduğunu anlıyoruz. “Çileli Hayat” bir solukta baştan sona okunacak bir akıcılığa ve üsluba sahip kendi alanında yazılmış başarılı bir eser. Anlatım tarzıyla yaşanan acıların içerisine sizi çeken ve kendinizden bir şeyler de bulmanızı sağlayan öykü tadında bir çalışma.
Eser, 1940'lı yıllardaki Yunan işgalinin halk üzerinde bıraktığı derin izlere de tercümanlık etmektedir. Mesela gece uyurken çocuklara “gâvur gelecek şimdi uyu çabuk” derlermiş. O dönem yokluklar-imkânsızlıklar içinde, varis hastalığından çıkan basit bir yaranın annesinin ölümüyle neticelendiğini, devamında köyden kente ulaşımı olmayan hazin bir yokluk dönemini bulabilirsiniz. Bu yokluk ve zorluk ekmeğin ekmekle katık edildiği bir dönemi ve şartları göstermektedir.
Annesi, çocuğu okusun diye iki hayvanından da vazgeçmiş, onları satarak hocamızı okuması için desteklemiştir.
13 yaşında yatılı Kuran Kursuna gittiği İstanbul’dan dayısına gönderdiği mektup köy meydanında okunup elden ele dolaşır. Zaten o yılda hayatına bir acı daha eklenerek babasından sonra annesini de kaybeden hocamız hem yetim hem de öksüz kalmıştır. Belki bu zorluklar onun karakterine derin ve olumlu etkiler bırakarak bir dava uğruna nasıl mücadele edilmesi gerektiğini öğretmiştir. Kim bilir.
Mektubunda; İstanbul'un ne olduğunu ve köyde bir ayda görmeyeceği insanı İstanbul'da bir anda gördüğünü anlatır. Koca şehirde demirle çevrili kutuların içine insanların binip insanların bir yerden bir yere gittiğini anlatır.
Dayısı da bunun üzerine bir mektup yazar ve yeğenine hitaben “Biz seni Kur'an kursuna gönderdiğimizi hatırlıyoruz ama sen acaba yanlış adrese mi gittin? Hiç kursta ne yaptığından ne ettiğinden bahsetmiyorsun. Sen oraya okumaya mı yoksa sayım memurluğuna mi gittin? " demiş. Bu da ilginç bir aneknot olarak karşımıza çıkıyor.
İstanbul’da bir buçuk yıl kaldıktan sonra kalbinde sakladığı esas ilim merkezine yol almaya karar verir. Bu sevginin kaynağını açıklarken “çocuk yaşta uzun dalga radyo yayınından dinlediğim Arapça kıraatiyle Kur'an kalıyor kulaklarımda. Kur'an tilaveti başladı mı, o koca radyonun önünden ayrılamazdım” diyor.
Radyodan duyduğu bu sese Şam’a gitmek için gündüzleri yol yürüyüp geceleri buldukları köyde kalarak ilerleyen bu ilim aşığı 14 yaşındaki bıyıkları yeni terlemiş genç, Arap-İsrail Savaşı’nın olduğu o yıllarda sınırdan geçmeye çalışırken yakalanır. Mahkemeye çıkan ve cebinde de dönüş parası dahi olmayan hocamız memleketine iade edilir. Trenle İslahiye yakınlarındaki Fevzi Paşa garına teslim edilir. Oradan yolu Hatay’a düşer. Hatay’a gelişi de hayatında önemli dönüşümün de gerçekleşmesi anlamına gelir. Antakya Ulu Camii’nde namaz kılarken o dönemin önemli esnafı, bilge ve gönül ehli bir zat olan Hacı Hakkı Ergin’le tanışır. Kimsesiz olduğunu öğrenen Hacı Hakkı Efendi, ona kol kanat gerer, okutur ve kurulan bu samimi diyalog onu damadı olmaya kadar götürür. Selim Hocamızın kimsesizliğine sahip çıkıp güzel ahlakı ve karakterini böylece ödüllendiren Hacı Hakkı Efendiye de bilvesile Allah’tan rahmet diliyoruz.
Kütahya’da başlayan yolculuk Antakya’da son bulur. Artık hocamızın hayatı Antakya için bir nimet olur.
Tam filmlere konu olabilecek hayat hikâyesi desek yeridir. Uzun ve çileli bu hayatın bazı bölümlerinden kısa kesitler sunmaya çalıştık.
Hayatı tam bir çile ile geçti. Öğretmen olarak tayin edildiğinde Sivas'ta görevli iken teşkilat çalışmaları için Adana’ya gitmiş bu esnada hanımı, evde olmadığı bilinmesin diye geceleri kapının önüne hocamızın ayakkabılarını koyup sabahları kaldırıyormuş.
Hayat boyu görev yaptığı her yerde karşısına engeller çıkıyor ve sürekli mücadele içinde geçen ömründe tayinler sonucunda tekrar Antakya’ya dönüyor ve buraya yerleşiyor.
Hocamız teşkilatımız için çok değerli ve eli öpülesi bir şahsiyet. Onun teşkilat geçmişi ise kısaca şöyle;
Bir dönem Milli Selamet Partisi Adana Merkez İlçe Başkanı, Hatay’da Anadolu Gençlik Derneği İl Başkanı, Saadet Partisi İl Başkanlığı ve ardından son dönemlerinde Din-Bir-Der İl Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Pek çok Sivil Toplum Örgütü ve dernekte aktif rol alan merhum hocamız Sadaka-i Cariye olarak ortaya konulan hemen her işte emeği vardır desek abartmış olmayız.
Öğretmen olarak uzun yıllar binlerce öğrenci yetiştirdi. Memleketin ulu çınarlarından Selim Demirli Hocamız çok değerli bir insandı. İlime eğitime verdiği önem ve yıllardır değişmeyen çizgisiyle davamıza verdiği emekler için müteşekkiriz.
2003 yılında il başkanlığını kendisinden devraldığım hocamızı hastanedeki son ziyaretimizde “Allah senden razı olsun iyi ki varsın davayı yüklenerek bizi vebalden kurtarıyorsun” dedi, çok duygulandım.
Allah kendisinden razı olsun biz ondan razıyız. Mekânı cennet olsun…
Doç. Dr. Necmettin Çalışkan
Nedense hep kaybedilince daha iyi anlaşılır bazı insanların değeri. Onların yokluklarına alışmak hep daha zordur. Takdiri ilahi, “her canlının ölümü tadacağını biliyoruz ve Allah’tan geldik ve O’na tekrar döneceğimizin de bilinci ve inancındayız.”
Hocamız şahsiyeti ve ilmi kişiliğiyle öne çıkan örnek şahsiyetlerden biri olarak yaşadı bu hayatı. Bu tür önder/örnek şahsiyetlerin günümüze ışık tutan üstün yönlerini ön plana çıkarmalıyız diye düşünüyorum.
Merhum Hocamız 1941 yılında dünyaya gelmiş, esasen Kütahyalı olup evlendikten sonra Antakya’ya yerleşmiştir. Hayat hikâyesi birçok ağır imtihana sahne olmuş. Babasını 3 yaşında kaybetmiş bu yokluğa 13 yaşında annesini de kaybederek bir hüzün daha eklemiştir.
Hocamızın köyde başlayan çetin hayat mücadelesi doğduğu yeri terk edip ilim yolunda gurbete çıkmasıyla devam etmiştir. Hayat hikâyesini “Çileli Hayat” ismiyle yayınladığı otobiyografi türündeki kitabını okuyunca Türkiye’nin de önemli bir devrine de şahit olduğunu anlıyoruz. “Çileli Hayat” bir solukta baştan sona okunacak bir akıcılığa ve üsluba sahip kendi alanında yazılmış başarılı bir eser. Anlatım tarzıyla yaşanan acıların içerisine sizi çeken ve kendinizden bir şeyler de bulmanızı sağlayan öykü tadında bir çalışma.
Eser, 1940'lı yıllardaki Yunan işgalinin halk üzerinde bıraktığı derin izlere de tercümanlık etmektedir. Mesela gece uyurken çocuklara “gâvur gelecek şimdi uyu çabuk” derlermiş. O dönem yokluklar-imkânsızlıklar içinde, varis hastalığından çıkan basit bir yaranın annesinin ölümüyle neticelendiğini, devamında köyden kente ulaşımı olmayan hazin bir yokluk dönemini bulabilirsiniz. Bu yokluk ve zorluk ekmeğin ekmekle katık edildiği bir dönemi ve şartları göstermektedir.
Annesi, çocuğu okusun diye iki hayvanından da vazgeçmiş, onları satarak hocamızı okuması için desteklemiştir.
13 yaşında yatılı Kuran Kursuna gittiği İstanbul’dan dayısına gönderdiği mektup köy meydanında okunup elden ele dolaşır. Zaten o yılda hayatına bir acı daha eklenerek babasından sonra annesini de kaybeden hocamız hem yetim hem de öksüz kalmıştır. Belki bu zorluklar onun karakterine derin ve olumlu etkiler bırakarak bir dava uğruna nasıl mücadele edilmesi gerektiğini öğretmiştir. Kim bilir.
Mektubunda; İstanbul'un ne olduğunu ve köyde bir ayda görmeyeceği insanı İstanbul'da bir anda gördüğünü anlatır. Koca şehirde demirle çevrili kutuların içine insanların binip insanların bir yerden bir yere gittiğini anlatır.
Dayısı da bunun üzerine bir mektup yazar ve yeğenine hitaben “Biz seni Kur'an kursuna gönderdiğimizi hatırlıyoruz ama sen acaba yanlış adrese mi gittin? Hiç kursta ne yaptığından ne ettiğinden bahsetmiyorsun. Sen oraya okumaya mı yoksa sayım memurluğuna mi gittin? " demiş. Bu da ilginç bir aneknot olarak karşımıza çıkıyor.
İstanbul’da bir buçuk yıl kaldıktan sonra kalbinde sakladığı esas ilim merkezine yol almaya karar verir. Bu sevginin kaynağını açıklarken “çocuk yaşta uzun dalga radyo yayınından dinlediğim Arapça kıraatiyle Kur'an kalıyor kulaklarımda. Kur'an tilaveti başladı mı, o koca radyonun önünden ayrılamazdım” diyor.
Radyodan duyduğu bu sese Şam’a gitmek için gündüzleri yol yürüyüp geceleri buldukları köyde kalarak ilerleyen bu ilim aşığı 14 yaşındaki bıyıkları yeni terlemiş genç, Arap-İsrail Savaşı’nın olduğu o yıllarda sınırdan geçmeye çalışırken yakalanır. Mahkemeye çıkan ve cebinde de dönüş parası dahi olmayan hocamız memleketine iade edilir. Trenle İslahiye yakınlarındaki Fevzi Paşa garına teslim edilir. Oradan yolu Hatay’a düşer. Hatay’a gelişi de hayatında önemli dönüşümün de gerçekleşmesi anlamına gelir. Antakya Ulu Camii’nde namaz kılarken o dönemin önemli esnafı, bilge ve gönül ehli bir zat olan Hacı Hakkı Ergin’le tanışır. Kimsesiz olduğunu öğrenen Hacı Hakkı Efendi, ona kol kanat gerer, okutur ve kurulan bu samimi diyalog onu damadı olmaya kadar götürür. Selim Hocamızın kimsesizliğine sahip çıkıp güzel ahlakı ve karakterini böylece ödüllendiren Hacı Hakkı Efendiye de bilvesile Allah’tan rahmet diliyoruz.
Kütahya’da başlayan yolculuk Antakya’da son bulur. Artık hocamızın hayatı Antakya için bir nimet olur.
Tam filmlere konu olabilecek hayat hikâyesi desek yeridir. Uzun ve çileli bu hayatın bazı bölümlerinden kısa kesitler sunmaya çalıştık.
Hayatı tam bir çile ile geçti. Öğretmen olarak tayin edildiğinde Sivas'ta görevli iken teşkilat çalışmaları için Adana’ya gitmiş bu esnada hanımı, evde olmadığı bilinmesin diye geceleri kapının önüne hocamızın ayakkabılarını koyup sabahları kaldırıyormuş.
Hayat boyu görev yaptığı her yerde karşısına engeller çıkıyor ve sürekli mücadele içinde geçen ömründe tayinler sonucunda tekrar Antakya’ya dönüyor ve buraya yerleşiyor.
Hocamız teşkilatımız için çok değerli ve eli öpülesi bir şahsiyet. Onun teşkilat geçmişi ise kısaca şöyle;
Bir dönem Milli Selamet Partisi Adana Merkez İlçe Başkanı, Hatay’da Anadolu Gençlik Derneği İl Başkanı, Saadet Partisi İl Başkanlığı ve ardından son dönemlerinde Din-Bir-Der İl Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Pek çok Sivil Toplum Örgütü ve dernekte aktif rol alan merhum hocamız Sadaka-i Cariye olarak ortaya konulan hemen her işte emeği vardır desek abartmış olmayız.
Öğretmen olarak uzun yıllar binlerce öğrenci yetiştirdi. Memleketin ulu çınarlarından Selim Demirli Hocamız çok değerli bir insandı. İlime eğitime verdiği önem ve yıllardır değişmeyen çizgisiyle davamıza verdiği emekler için müteşekkiriz.
2003 yılında il başkanlığını kendisinden devraldığım hocamızı hastanedeki son ziyaretimizde “Allah senden razı olsun iyi ki varsın davayı yüklenerek bizi vebalden kurtarıyorsun” dedi, çok duygulandım.
Allah kendisinden razı olsun biz ondan razıyız. Mekânı cennet olsun…
Doç. Dr. Necmettin Çalışkan
18
açık
Namaz Vakti
23 Kasım 2024
İmsak | 05:55 | ||
Güneş | 07:19 | ||
Öğle | 12:30 | ||
İkindi | 15:09 | ||
Akşam | 17:32 | ||
Yatsı | 18:50 |
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|