Prof. Dr. Vasfî Âşûr Ebû Zeyd: İslam dini ırkçılığı reddetmektedir!

Son süreçte ülkemiz üzerinde projeler yürüten dış odakların ajandalarına hizmet eden provakatif ırkçı çevreler tarafından alevlendirilmek istenen fitne ateşine karşı alimlerden uyarılar gelmeye devam ediyor.

GÜNDEM 08.07.2024, 13:55
Prof. Dr. Vasfî Âşûr Ebû Zeyd: İslam dini ırkçılığı reddetmektedir!
 Mardin Artuklu Üniversitesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesi olan Prof. Dr. Vasfî Âşûr Ebû Zeyd konu etrafında Mili Gazete için makale kaleme aldı. Makalenin tamamı şu şekilde:
‘’ Son günlerde Türkiye’de tanık olduğumuz ırkçı olaylar son derece tehlikelidir. Devlet, toplum ve bireyler düzeyinde vahim sonuçlara ve büyük yıkıcı etkilere yol açabilecek niteliktedir.
Türk toplumunda görülen bu ayrımcı tasarrufların sadece Türklerle Türk olmayanlar arasında değil, aynı zamanda Türklerin kendi aralarında, Türklerle Araplar arasında, Türklerle Kürtler arasında ve Araplarla Araplar arasında da görüldüğünü belirtmek doğru olacaktır.
Şunu söylemek de doğrudur: Irkçılık birçok toplumda farklı oranlarda da olsa mevcuttur. İnsan doğası ve toplumsal yapı gereği vücuda gelen bu ırkçılığın göz yumulabilir bir seviyesi olduğu gibi, kabul edilemeyecek ve göz yumulamayacak bir seviyesi de vardır. Irkçılığın herkes için yıkım ve tahribata yol açan olumsuz etkileri olduğu için bununla yüzleşilmeli ve buna bir son verilmelidir.
Kayseri, Konya, Hatay, İzmir, Adana, İstanbul ve Suriye’nin kuzeyinde tanık olduğumuz olaylar görmezden gelinemeyecek, sessiz kalınamayacak bir boyuta ulaşmış; can kayıplarına, kan dökülmesine, kamu ve özel mülkiyete saldırılara yol açmıştır.
Kur’an ve Sünnetin Irkçılığa Bakışı
İnsanların dünya ve ahiret maslahatını gözeten İslam şeriatı ırkçılığı reddetmiş, işleyenleri kınamış ve şiddetle ayıplamış, dünya ve ahirette tüm insanlara hakim ve mihenk olarak hakkaniyeti gerçekleştiren mutlak adalet ve eşitliği tesis etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsra Suresi,70) Bu şeref tüm insanları kapsar. Zengin ile fakir, yöneten ile yönetilen, siyah ile beyaz, eğitimli ile cahil arasında hiçbir fark yoktur, hepsi Yüce Allah tarafından onurlandırmıştır. Bu onur her bakımdan ırkçılıkla çelişmektedir.
Kur'an-ı Kerim, insanların farklılaştığı ölçeğin Türk ya da Kürt, Arap ya da Fars, Amazik ya da Berberi, Amerikalı ya da Avrupalı olmadığını, farklılaşmanın ölçeğinin ‘’takva ve iyi ameller’’ olduğunu söylemiş ve şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır. (Hucurat Suresi,13)
Şüphesiz Allah Teala’nın huzuruna adalet ve hakkaniyet sahnesinde amellerimiz ve imanımızla çıkacağız, ulusal ya da etnik tanımlamalarımızla değil. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: Onlar(ın her biri) kıyamet günü O’na tek başına gelecektir. (Meryem Suresi,95) Herkesin yaptığı iyiliği de işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün, (insan) ister ki kendisi ile kötülükleri arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. (Al-i İmran Suresi,30). O gün herkes çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkânı yoktur. Rahmânın heybetinden sesler kısılmıştır; artık çok hafif sesler dışında bir şey işitemezsin. (Taha Suresi, 108).
Bu yüce ayetler ve Kur'an-ı Kerim'deki diğer pek çok ayet, ulusal, milli veya sınıfsal tanımlamalardan bahsetmez, meslekleri ve mevkileri dikkate almaz. Sadece insan nefislerinden, mutlak olarak nefislerden ve tüm insanlardan bahseder. Böylece kimse kimseye kayırılmaz. Kriter ve ölçek takva ve salih amel olarak ortaya konur.
Sünnete gelince, o da insanların eşitliğinden, hepsinin topraktan yaratıldığından ve toprağa döneceklerinden bahseden sözlerle doludur. Peygamberimizin (s.a.v) yüce şahsını yanakları kararmış bir kadınla nasıl eşitlediğini anlatan şu örneğe bakınız: Beyhaki’nin Ebu Ümâme el-Bâhili’den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Ey Ebu Ümame! Rabbine iman eden ve çocuğuna merhamet eden, (onu büyütme yolunda güneşte çalışmaktan) yanakları ve bilekleri kararan kadınla cennette (işaret parmağı ile orta parmağını göstererek) şu iki parmağım gibi olacağız. Allah cahiliyenin böbürlenmesini ve atalarla üstünlük taslamasını ortadan kaldırmıştır. Hepiniz Adem ve Havva’dansınız. Eksiklikleriniz ve kusurlarınızla hepiniz birbirinize benzersiniz. Sizin Allah katında en değerli olanınız O’na karşı en çok sakınanızdır. Dini ve güvenilirliği konusunda razı olacağınız biri sizden kız istediği zaman ona kız verin. (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 4/1820).
Peygamber (s.a.v) haset ve kinin -ki ırkçılığın sebeplerinden biridir- dini kazıdığını şöyle beyan etmiştir: Size eski milletlerin hastalığı bulaştı. Bu, hased ve kindir. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. (Tirmizi, 2510; Ahmed, 1412).
Ebu Nadra hadisinde de Peygamberimiz’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur. (Ahmed, 23489).
Peygamber (s.a.v), kavmiyetçilik ve kafatasçılık temelinde savaşmanın ve bu nedenle ayrımcılık yapmanın çirkin olduğunu açıklarken, bunu bir cahiliye biçimi olarak nitelendirmiştir. Nitekim bir rivayette şöyle nakledilmiştir: Bir gün yahudi ileri gelenlerinden Şâs b. Kays, Evs ve Hazrec’e mensup bir grubun ülfet ve muhabbetle sohbet ettiklerini gördü. Bu manzara karşısında içi kin ve öfkeyle doldu. Derhal yanında bulunan genç bir yahudiye, onların yanlarına varıp, Buâs gününü, daha önce vuku bulmuş savaş ve ayrılık günlerini hatırlatmasını söyledi. Genç, kendine verilen vazifeyi başarıyla yerine getirdi. Karşılıklı okunan şiirler ve yapılan konuşmalar neticesinde hatıralar canlandı, tartışmalar ilerledi. Karşılıklı sövüşmeler ve kavga başladı. Nihayetinde Evsliler ve Hazrecliler toplanıp Medine dışında taşlık bir yere çıkarak karşılıklı savaş vaziyeti aldılar. Durumu öğrenen Allah Resûlü ( s.a.s. ) hemen oraya gelerek: “Bu ne câhiliyet davası! Ben aranızdayken, Allah sizi İslâm’a ulaştırmış, size İslâm’la ikramda bulunmuşken, sizi câhiliye kötülüklerinden uzaklaştırıp küfürden kurtarmış ve aranıza bir ülfet vermişken halâ câhiliyet davası güdüp eskiden olduğu gibi yeniden küfre mi döneceksiniz? ” buyurdu. Onlar da bunun şeytanın bir vesvesesi ve düşmanlarının bir oyunu olduğunu anladılar ve silahlarını bıraktılar, ağladılar, birbirlerine sarıldılar ve Allah Resulü (s.a.v) ile birlikte gittiler. Başı ondan kötü, sonu da ondan iyi bir gün yoktu. (Taberi, 4/32-33).
Hatta Peygamberimiz (s.a.v) başka bir sahabeyi ‘’Siyah kadının oğlu’’ olarak nitelendiren sahabesini kınamıştır. İbn Battal Sahih-i Buhari şerhinde (1/87) bu olayı şöyle anlatır: Ebu Zer ile Bilal arasında bir konuşma geçti ve Ebu Zer Bilal'e annesinin siyahlığı ile hakaret etti. Bilal, Rasulullah’a (s.a.v) gidip kendisine hakaret ettiği için şikâyette bulununca Rasulullah (s.a.v) onu çağırmasını emretti. Ebu Zer yanına gelince Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: ‘’Bilal'e hakaret edip onu annesinin siyahlığıyla mı aşağıladın?’’ Bunun üzerine Ebuzer ‘’Evet’’ dedi. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: ‘’Ben senin göğsünde cahiliye kibrinden bir şey kaldığını sanmıyordum.’’ Ebu Zer bunun üzerine kendini yere attı, sonra yanağını tozun üzerine koydu ve şöyle dedi: ‘’Vallahi Bilal ayağıyla yanağımı çiğnemeden yanağımı tozdan kaldırmayacağım.’’ Sonra Bilal ayağını onun yanağına koydu.
Bunlar, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'ten ırkçılığı kınayan, onun cahiliyeden olduğunu ve onu yapanın içinde cahiliyeden bir şeyler olduğunu açıklayan ayet ve hadislerdir. Bu, Yüce Allah'ın bizi İslam'la, İslam’ın öğretisi ve hukukuyla, ahlakı ve davranışlarıyla, değerleri ve ölçüleriyle temizlediği cahiliye iddialarından biridir. Şüphesiz bütün insanlar Allah'ın huzurunda kulluk bakımından eşittirler ve kıyamet gününde de aralarında takva dışında hiçbir fark olmaksızın O'nun huzurunda eşit olacaklardır.
Mekâsıd-ı Şerîa ve Irkçılık
İslam hukukunun maksatlarından biri de toplumda düzen ve güvenliği sağlamaktır. Bu, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'teki onlarca nasla kanıtlanmıştır. Bu, bugün gördüğümüz, toplumu kemiren, devleti, yönetimi ve kurumlarını olumsuz etkileyen ve insanları can kaybına, kan dökülmesine ve kamu ve özel mülkiyetin tahrip edilmesine maruz bırakan ırkçılıkla tam bir tezat oluşturmaktadır. Bu, İslam hukukunda ve aralarında Türkiye’deki yasal düzenlemelerin de arasında bulunduğu dünyanın tüm kanunlarında kesinlikle yasaktır.
İmam Tahir b. Aşur (r.aleyh) şöyle demiştir: Şeriatın emirleri ve uygulamaları bize, şeriatın maksadının ümmetin çıkarlarını gözetecek, adaleti sağlayacak ve şeriatın hükümlerini uygulayacak yöneticilere sahip olması olduğunu söylemektedir. Bu nedenle ümmetin idaresi için yöneticiler ve bu yöneticilerin hükümleri uygulamalarına yardımcı olması için de bir güç oluşturulması gerekmiştir. (Mekâsıdu’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, 3/518).
İmam Tahir b. Aşur (r.aleyh) İslam'da sosyal düzenin temellerine ayrı bir kitap ayırmış ve bu kitapta sosyal ıslahın temellerinden uzun uzun bahsetmiştir. Kitap’ta ümmetin düzenini koruma gayesinin önemini vurgulamış ve ‘’Allah’ın tüm dinlerdeki amacının, başlangıcından son mesajına kadar, tek ve aynı olduğunu, dünyanın düzenini ve sakinlerinin iyiliğini sağlamak’’ olduğunu belirtmiştir. (Usûlu’n-Nizâmi’l-İçtimâî Fi’l-İslâm, 8).
Kur'an-ı Kerim'de kamu düzeninin korunmasının tezahürlerinden biri de had cezaları konulmasıdır. Kur’an hırsızlığa, zinaya ve eşkıyalığa terettüp eden hadlerden bahsetmiştir. Bu hadlerin en yüce maksadı toplumsal düzeni korumak ve insanların güvenliğini sağlamaktır.
Sünnette kamu düzenini sağlamanın tezahürlerinden biri, öğretiler ve sorumluluklar karşısında toplumun üyeleri arasında eşitlik ilkesinin tesis edilmesi ve insanlar arasında güçlülük ve zayıflık kriterlerine dayalı ayrımcılıkla mücadele edilmesidir. Nitekim Buhari ve Müslim’de şöyle rivayet edilmiştir: Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:
- Bu konuyu Rasulullah (s.a.v) ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
- Buna Rasulullah’ın (s.a.v) sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber (s.a.v) ile konuştu.
Rasulullah (s.a.v) Üsâme’ye:
- “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhari, 3475)
 Şu an yapılması gereken nedir?
Burada ilk görev, insanların ve toplumun güvenliğini baltalamak için çalışanlara demir yumrukla vuracak olan hükümet ve cumhurbaşkanına düşmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a geçtiğimiz 2023 Ağustos ayında Ankara'da kendileriyle gerçekleştirdiğimiz alimler toplantısında, bu nefret dolu ırkçılığa karşı mücadele edilmesi, suç sayılması ve uygulayan ya da uygulatanlara verilecek cezaların belirlenmesi için yasal mevzuat geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştik. Herhangi bir zararı önlemek ve toplumsal güvenliği korumak için bunu yapmanın zamanı belki de şimdi her zamankinden daha fazla gelmiştir.
Toplumdaki kanaat önderlerine ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na da toplumu bilinçlendirmek, dinin bu tehlikeli hastalıktan nefret ettiğini anlatmak, bunu yapanların şeriattaki vasıflarını zikretmek, dünya ve ahiretteki sonuçlarını açıklamak gibi görevler düşmektedir.
Tabi ilahiyat fakültesi hocaları, tebliğ ve tasavvuf çevreleri, toplumdaki büyük etkileri ve toplumun çeşitli kesimlerine erişimleri göz önüne alındığında, herhangi bir toplumsal hastalıkla mücadelede önemli bir rol oynamaktadır. Gençlik kurumları ve merkezleri, bu konu ve ciddiyeti hakkında konuşmak ve gençlerin aralarında farkındalık yaratmak için harekete geçirilmelidir.
Irkçılığa maruz kalanların üzerine düşen şey ise sağduyulu ve akıllı olmak, bunu uygulayanlara fırsat vermemek ve hangi şartta olursa olsun onlarla muhatap olmamaktır.
Allah toplumlarımızı ve vatanlarımızı ırkçılıktan ve onun etkilerinden korusun, bunu yapanlara hidayet ve doğruluk nasip etsin, yetkilileri de hayırlı ve güzel işler yapmaya muvaffak kılsın.’’
Tercüme: Hamza Korkmaz

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 06 Ekim 2024
İmsak 05:12
Güneş 06:31
Öğle 12:32
İkindi 15:48
Akşam 18:22
Yatsı 19:36
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı