“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” (I)
Bu sözü çok işitmişsinizdir. Dillere pelesenk olmuş bir söz. Ne anlatır size, ne mesaj verir, heyecanla ağızlardan fışkıran bu söz, bu slogan? Düşünmezseniz ve oluşturulmaya çalışılan algının etkisindeyseniz, sözün sihrine kapılmanız içten bile değil! Biraz teyakkuz, biraz teenniyle davrandığınızda, ancak sözün eylemle, uygulamayla uyum içerisinde olup olmadığını anlamaya yardımcı olması kabilinden olay ve olguların, zihninizden bir bir aktığını görürsünüz… Bu slogana bir yandan baktığınızda, derinliğini içinde barındıran anlamlı bir söz olarak zihninizde canlanırken, diğer yandan taşıdığı anlamı, sorumluluğu ve yükü, asla ifade etmeyen; salt şova dönük, tribünlere oynayan gayri samimi bir gerçeklikle karşınıza çıkar. Böylece bu sloganı kullanan kişi ve gruplar, aslında bu sloganla kendi kimliklerini ibraz ederler, ama farkında olarak, ama olmayarak. Yaşanmışlıkların, samimiyete veya samimiyetsizliğe ayna tuttuğunu, iradeyi ve muhakemeyi elden bırakmayan her bir tefekkür sahibi, görür ve idrak eder. Sonuçta, hiç kimse gerçek şahsiyetin, perdesiz olarak görülmesinden kaçamaz!
Nice olaylar yaşanmıştır bu memlekette, yaşananlar karşısında bu sloganın nasıl istismar edildiğini de gördük maalesef. Hakkaniyetten uzak bir yaklaşımla ve insaf ölçülerini çiğneyerek ideolojiye alet edildiğine şahit olduk. Beyni, zihni ve ruhu ipotek edilmiş şarlatanların, kendi hali pürmelallerine bakmadan hep başkalarını, faşizanlıkla, totaliterlik yanlısı olmakla, tek adamlılıkla itham ederek, suçlayarak meziyet ve haklılık aramaya kalkışmışlardır. Oysa Camaziyelevvelleri karanlık olanların aydınlıktan söz etmeleri hiç de inandırıcı olmamaktadır. Esasen, hak ve hukuk karşısında suspus olanların seslerini yükseltmeleri, ancak efendilerinin müsaade ettikleri ve izin verdikleri kadar ve belirledikleri konularda olabileceği de ayrı bir bahis. Daha dün denebilecek bir zaman diliminde, kendilerine Taksim Dayanışma Platformu adını veren teşekkül, ülkenin menfaatleri için dayanışma içinde olmadıkları, aksine müstevlilerin çıkarlarından yana oldukları görülmüştür. Öyle ki, işgalci kuvvetlerin müzakere zabitleri gibi muhtıra üzerine muhtıra yağdırdıklarını unutmadık:
–Üçüncü köprü yapılmayacak, –Üçüncü havalimanı yapılmayacak, –Kanal İstanbul projesinden vazgeçilecek, –AKM yıkılmayacak, – HES’ler yapılmayacak, –Taksim için referandum yapılmayacak, –Gözaltına alınanlar serbest bırakılacak, –Gaz bombası ve benzeri materyaller kullanılmayacak,
–Sorumlu tutulan İstanbul, Ankara, Hatay Vali ve Emniyet Müdürleri başta olmak üzere tüm yetkililer görevden alınacak…
Sanırsınız ki Türkiye, müstemleke gücü tarafından işgal edilmiş ve mütarekeye oturulmuş da bu şartlar ileri sürülüyor. Ülkenin de başka çaresi kalmamış!.. Size “Sevr”i hatırlatmadı mı bu durum! O zaman bir madde daha ekleyin ve deyin ki: “Taksim Dayanışma Formu, lüzumu halinde ve stratejik gördüğü yerlerde, taş üstüne taş bırakmamacasına, gösteri başlatabilecek, buna da kimse karışmayacak!.. Aksi takdirde…”
Hak hukuk bilmezlerin susmaları konuşmalarından daha hayırlı değil mi? Suriye’de, Mısır’da, Myanmar’da, Doğu Türkistan'da Uygur Türklerine ve Dünyanın dört bir tarafındaki mazlumlara zulüm uygulanırken ve yüzlerce, binlerce insan, tiranlar tarafından katledilirken… 28 Şubat darbesinde insanlar inançlarından dolayı işinden gücünden ve eğitim hakkından mahrum bırakılırken… Okuma hakları ellerinden alınan başörtülü kızlarımıza Suudi Arabistan adres gösterilirken… Andıçlarla, yazarlar gazetelerinden atılırken, BÇG (Batı Çalışma Grubu) ile insanlar fişlenirken… İkna odalarında envaı çeşit maskaralıklar sergilenip memleket çocukları taciz edilirken… 12 Eylülde “Bir sağdan bir soldan” denilerek gencecik insanlar asılırken… Bu ülkede Bakanlar, Başbakanlar asılırken… Cumhurbaşkanı öldürülürken… Faili meçhul cinayetlerin ardı arkası kesilmezken... PKK terörü, memleketi kasıp kavururken… 27 Nisan 2007’de e-muhtıra verilirken, dilleri lal olup hiç konuşmayanların, bu sloganı ağızlarına almaya hakları var mıdır?
Bitmedi… Bu milletin iradesine darbe indiren o lanet olası 28 Şubat sürecinde, dindar insanlara ve onların seçtiği Başbakan Necmettin Erbakan’a yapılan insanlık dışı muameleler… Genelkurmay Başkanlığı ziyaretinde, tasması başkasının elinde olan ve Türk subayı demeye bin şahit lazım olan o aşağılıkların, bu milletin Başbakanı Erbakan’a atılan ve neredeyse yüzüstü kapaklanmasına ramak kalmış olaya sebep olan hainlerin omuz darbesi… Namusunu pazarlama tecrübesiyle meşbu olsa gerektir ki, ülkenin Başbakanına “pezevenk” deme zilletini gösteren aşağılık mahluk… Bu ülkenin en cefakâr evladından biri olan Salih Mirzabeyoğlu’na insanlık dışı muameleler yapılırken, hapishanede jandarma tarafından öldüresiye dövülmesine infial gösterilmesi gerekirken, aksine kan revan içinde kalan yüzü için, tıraş olurken yüzünün kesildiğini söyleyebilecek kadar çukurlaşanlar… Halkın seçtiği insanlara karşı, hem de milletin meclisinde, fiziki titrekliğin çok ötesinde insani, fikri ve siyasi titreklikle, "Bu kadına haddini bildirin!" diyerek, halkın tercihini saygısızca aşağılayan hasta ruhlular… Güya yasalar çerçevesinde hareket edildiği izlenimini vermek maksadıyla çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ucubesi ile bir gecede, 40 bin memuru işinden gücünden ederek, çoluk çocuğunun mağduriyetini umursamadan, merhametsizce ve adaletsizce perişan etmeye yönelik girişimler… Bütün bu şenaatlerin sayım dökümü yapılsa sayfalar sığmaz. Bahai’nin sözü buraya ne de yakışır:
“Bize mülhid diyenin kendinde iman olsa/ Dahleden dinimize bari Müselman olsa!”
(Bize sapkın diyenin kendisinde iman olsa; Dinimize karışan bari Müslüman olsa!)
İmsak | 05:53 | ||
Güneş | 07:16 | ||
Öğle | 12:30 | ||
İkindi | 15:10 | ||
Akşam | 17:33 | ||
Yatsı | 18:51 |
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|