Son yıllarda revaç bulan 28 Şubat postmodern darbesiyle hesaplaşma bu yıl da artarak devam etti. O dönemin mağdurları, -bugünün mağrurları- yüksek perdeden darbeci, postal, tank, başörtü zulmü, katsayı adaletsizliğiyle başlayan ağız dolusu cümleler kurdular.
O günlerden hesap sorulduğu vehmine kapılmak ve o dönemi eleştirmek reytingi yüksek bir moda.
Aradan neredeyse çeyrek asırlık bir süreç geçmesine ve bütün fırsatlar elimizde olmasına rağmen halen 28 Şubatı dilimize pelesenk etmek sadece kendi kendimizi aldatmak olur.
Esasen ülkede yediden yetmişe tüm cenahlardan insanlar, tereddütsüz bir şekilde darbecilerin ve tankların karşısında. Ve ülkede herkes merhum Erbakan'ın hakkını teslim etmekte, ona saygısını belirtmekte.
Elbette milletlerin hayatında etkisi olan önemli ve tarihi günler hatırlanır, muhasebesi yapılır. Yaşananlar gözden geçirilir, nerede hata yaptık denir.
Ancak mağduriyet edebiyatı yapmanın vakti çoktan geldi de geçti de. Artık 1998 yılından 2002'ye, 2010'a, 2016’ya hatta 2021'e gelme zamanı.
DARBECİLERİN HEDEFİ NEYDİ NE OLDU?
Bu çerçevede şu soruyu sormak en doğal hakkımızdır: 28 Şubatçıların hedefi neydi? Ne yapmaya çalışıyorlardı? Püskürtüldüler mi? Yoksa hedeflediklerini başardılar mı?
28 Şubatçılar, öncelikle darbeyi Erbakan'a, dolayısıyla Refahyol hükümetine karşı yaptılar. Hedefleri; Refahyol hükûmetinin icraatlarıydı.
Peki Refahyol hükümetinin varlık sebebi neydi? Dış politikada İslam Birliği’ni kurmak (D-8), ekonomide faizci kapitalist sistemle yani rantiyecilere karşı mücadele etmek ve sosyal alanda ahlak ve maneviyatı güçlendirmekti.
Şimdi soralım kim başardı?
İslam aleminin kan gölüne dönmesinin bu döneme denk gelmesiyle, faizci kapitalist ekonomik sistemin aynen devamıyla ve gençliğin deizm pençesinde olduğu bir dönemi yaşıyor olmakla bu sorunun cevabı anlaşılacaktır.
İSLAMİ HAREKET
Darbecilerin ikinci ana hedefi Türkiye'deki İslami camiayı bitirmekti. İmam Hatipleri ve Kur'an kurslarını kapatmaktı. Evet, İmam Hatipler açıldı. Başörtüsü sorunu çözüldü. Kur’an kursları faaliyette. Ancak bilelim ki böyle bir süreçten sonra kim işbaşına gelse bu normalleşmeler olacaktı. Kaldı ki bu yapılarımız ülkenin yüzde kaçına ulaşabiliyor?
Peki İslami kesim, cemaatler, dernekler ve vakıflar ne durumda derseniz; büyük ölçüde kamu kuruluşu gibi çalışan, devlet, ezan, bayrak, vatan edebiyatı yapanlara kuyruk oldular. Zaten amaçta hepsini devletleştirmek değil miydi?
Hemen hepsi ideallerini kaybetti. Kamu yararına çalışan birer sivil toplum örgütü oldular. Hibe destekli projeler yapmakla meşguller.
28 Şubat'ın dindarlara karşı yapıldığını söyleyenler; eğer İstanbul Sözleşmesi’ne, AB uyum yasaları çerçevesinde ailenin bitirilmesine, ülkedeki boşanma vakalarının artışına, uyuşturtucu yaşının düşmesine, hele de gençler arasında deizm’in bu kadar yaygınlaşmasına söz edemiyorlarsa; bugün 28 Şubat’la hesaplaşıyoruz demenin bir hükmü yoktur.
28 Şubat hedefine ulaşmış demektir.
ADALETLE İMTİHANIMIZ
Bu dönem, en fazla adaletle imtihanı kaybettik. Neden şikayet ettiysek aynısını fazlasıyla yaptık.
Mağduriyet zalimliğe dönüştü. Maruz kaldığımız ne kadar zulüm varsa tamamını bizim gibi düşünmeyenlere karşı ve İslam adını kullanarak fazlasıyla yapıyorsak burada bir adaletten söz etmek mümkün değildir.
Bugün artık Müslümanlar geleceğe dönük umut vaat eden, “dürüst, harama el atmayan, güvenilir insanlar” değiller maalesef.
Eğer, bugün halen bütün imkanlara rağmen bir şeyler düzelmemiş ise bunun hesabını sormak ve özeleştiri yapmak gerekir.
Bugün, -zorumuza da gitse- özgürlük ve adalet noktasında 28 Şubat'ın bile gerisinde olduğumuzu itiraf etmek durumundayız.
NE DEĞİŞTİ?
28 Şubat’tan sonra ne değişti derseniz, elbette değişiklikler oldu. Ama bu değişim; “tas aynı hamam aynı yalnızca tellak” değişti.
Eskiden okul müdürleri, falanca sendikanın listelerinden oluyordu. Bugün muhafazakar kesimler veya onun gibi görünenler okul müdürü oluyor. Ama eğitim aynı eğitim, müfredat aynı müfredat, yozlaşmış, batıcı materyalist ve boş ideolojik bir eğitim sistemi devam ediyor.
Eskiden kafa çeken adamlar banka müdürü yapılıyordu. Şimdi Cuma’ya gidenler banka müdürü oluyor. Ancak faizci kapitalist sistem aynen yerinde duruyor. Faiz aynı faiz.
Eskiden kamu ihalelerini alanlar, falan kesimin insanlarıydı. Onlar rüşvet, yolsuzluk, yağma yapıyordu. Bugün bizden olduğunu bildiğimiz birileri yapıyor ama rüşvet, yolsuzluk, kayırma aynen devam ediyor.
Eskiden 28 Şubat'ın sembol fotoğrafı, bir akademisyenin başörtülü okul birincisi hemşirenin ağzını kapattırmasıydı. Ki bu zat halen bir üniversitede öğretim üyesi. Bu da işin trajik boyutu.
Bugün 28 Şubatçıların bile cesaret edemeyeceği; İşid, Hizbullah, İbda-c ya da Fetö gibi sebebi ne olursa olsun başörtülülerin kelepçelendiği günler yaşıyoruz.
Bugün yenildik, çünkü değerlerimizden taviz verdik. O gün başörtüsü mücadelesi verilirken, bugün başörtülülerin çıplak aranmasının inkâr edildiği, üzeri kapatılmaya çalışıldığı bir güne geldik. Zaten o günkü iktidar ortağı; bugün de muktedir ortak. Diğer eklemlenmiş olan, “cemaatleri bitireceğim yemini” etmiş olanı söylemeye hacet yok.
Evet hayallerimizi, ideallerimizi, umudumuzu ve geleceğimizi yitirdik.