Olay ve olgular, değerlendirilirken, hangi ölçülerin kullanıldığı önemli bir husustur. Başkalarının, kendi anlayışlarına göre üreterek bize empoze edip kabul ettirdiği kelime ve kavramlarla düşünmeye başlarsak, neticede onların istediği adrese gideceğimiz konusunda şüphe yoktur.
Batı’nın ve batılın kendi ideallerini gerçekleştirmek ve amaçlarına ulaşabilmek için kendi zihniyetiyle uyumlu kelime ve kavramları icat ederek, bunları başka ülkelere ihraç ettikleri bilinen hususlardandır. Mesela; sağ ve sol kavramlarına bakalım. Bunlar bizi ifade eden kavramlar mıdır? Bunların tarih sahnesine çıkışların mazisi nedir ki? Cemil Meriç’in tespitiyle “Türkiye'de Sağ-sol yoktur, dürüst olan ve olmayan insanlar vardır. Sağ-sol bizim tarihimiz içine yerleştirilemez, Batı'nın bizi parçalamak için içimize soktuğu bir başka yalandır. Şuurun tek şartı ceht göstermek, okumaktır”[1] ifadesi bu tarihsel gerçeği dile getirmektedir.
Şu husus da gözden kaçırılmaması gerekir; kelime ve kavramlara yüklenen mana, kişinin düşünce dünyasını ifade etmede anahtar rolü oynamaktadır. Nasıl ki her kilidin bir anahtarı varsa, doğal olarak da her düşüncenin de kendini ifade eden cümleleri ve onları oluşturan kelimeleri ve kavramları vardır. Ayrı manalara gelen ve ayrı manaları çağrıştıran bir kelime ve kavramla aynı şeyin anlaşılması mümkün değildir. Bu sebepten dolayıdır ki kendimizi ifade eden kelime ve kavramları kullanmak zorundayız. Bu şekilde ancak, kelime ve kavramlarla bizim üzerimizde bir algı oluşturmaya, bir anlayış yürütmeye kalkışanların oyununa gelmemiş ve tuzaklarına düşmemiş oluruz. Yine Cemil Meriç; “Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma kısır kalmağa mahkûm”[2]dur, diyerek düşüncesini ortaya koyar ve kavgayı da önce kelimeler dünyasında kazanmak mecburiyetinde[3] olduğumuzu ifade eder.
Mesela, kafa karıştırmaya, gençlerin zihinlerini bulandırmaya yönelik olarak, deniliyor ki; “Allah, nasıl peygambere salat ve selâm eder? Allah’ın salatı senin üzerine olsun ey peygamberim” mi der? diye soruluyor ve diyanetin meali örnek gösteriliyor. Diyanet “yusallune” kelimesini aynen almış “Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.”(Ahzap 56) diye meal vermiş. Bu meal gençleri ikna etmiyor.”
Gençler, elbette haklılar, onların kafalarının karışması son derece normaldir. Çünkü ilk bakışta, söylemde bir mantıksızlık görünmektedir. Onlar, sözün anlamının, bu şekilde olduğu yönünde, kasıtlı olarak algı oluşturmaya çalışanların etkisi altında kalmışlar. Bu bakımdan işin esasını anlamaya değil, şartlandıkları ideolojinin gereği olarak onlar da bu soruları gerçek bilgiymiş gibi inanarak sormaktadırlar. Anlamadıkları ve biz de anlatamadığımız için ayette, sanki bir mantıksızlık varmış gibi duruyor. Hâlbuki mesele anladıkları gibi olmadığı erbabınca bilinmektedir. Şöyle ki; bir kelimenin pek çok manası vardır. Hangi manada kullanıldığını ancak dile vakıf olanlar bilir. ‘Salat’ kelimesi de bunlardan biridir. Diyanetin bir başka mealindeki açıklamaya bakılsaydı gerçeği görülürdü. Onlar görmüyorsa, bizim onlara, kırmadan dökmeden göstermek mecburiyetimiz vardır. Mana, şöyle veriliyor: “Peygambere, Allah’ın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, dua etmeleri anlamını ifade eder.” denilmektedir. Yani bir kelimeyi sadece bir manaya hapsedersek, çıkardığımız olumsuz sonuç, kelimeden kaynaklı değil, bizim kelime ve kavramlar konusundaki yetersizliğimizdendir.
Sözgelimi Arapça’da bir kelimenin kullanıldığı harfi cere göre mana kazandığı erbabınca bilinen bir husustur. Mesela “merra” kelimesi, kullanıldığı yere ve duruma göre mana kazanmaktadır; geçmek, uğramak, bir yeri, bir ülkeyi katetmek, içinden, arasından geçmek, ayrılmak, terk etmek, uzaklaşmak… gibi manalara gelmektedir. Şimdi biz, bunlardan manasını bildiğimizin dışındaki manayla kullanıldığında bize ters/yanlış geliyorsa bizim o kelime hakkındaki bilgimizin yetersiz olduğu anlamına gelmez mi? Sallu; salla; namaz kılmak, namaz kıldırmak; biri için hayır dua etmek; birini hayırlar/iyiliklerle kuşatmak anlamlarına gelmektedir. Söz konusu olan “Sallallahu aleyhi vesellem”in manası, “Allah onu hayırlar ile kuşatsın ve onu huzurdan ayırmasın” manasına gelmektedir. Bu, sadece Arapça kelimelere özgü bir durum da değildir. Bütün dillerde olduğunu söylemek mümkündür. Mesela Türkçemizde de aynı keyfiyet görülebilir. Mesela, “yüz” kelimesinin yerine göre pek çok manada kullanıldığı bilinir..
Neticede, günümüzde her türlü ifsat edici etkenlerin etkisi altında kalan, deyim yerindeyse, ifsat bombardımanına tutulan çocuklar/gençlerimizin bizim muarızlarımız olmadıklarını, aksine bizden, farklı ve makul açıklamalar beklediklerini bilmemiz gerekir. Kızmak, terslemek yerine, bize düşen, onları sabırla dinleyip, anlayacakları şekilde, güzel bir üslupla ve hikmetle açıklamalarımızı yapmaktır.
Bu yola çıktığımızda, Hz. Musa’nın yaptığı; "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar” duasını, bizim de gereğini yaparak dilimizden ve kalbimizden eksik etmemeliyiz.
Beyinleri karıştırmak ve zihinleri teşevvüşe uğratmak gayesiyle var gücüyle çalışan bozgunculara karşı neler yapılmalı, nasıl bir strateji uygulanmalıdır ki gençlerimizi düşecekleri bu tuzaklardan korumuş olalım? Yapılacak iş, zamanının silahlarına vakıf olmak ve onların anladıkları dil ve değerlerle konuşmak. Yani onlar için hayali bir geçmişten ve zamandan değil de yaşadığımız zamanın insanı olarak; tasavvuf ehlinin ifadesiyle “ibnü’z-zaman” olma şuuru içinde tefekkür etme ve konuşma yetisine sahip olarak onlarla diyalog kurmaktır.
***
Fatih Akman, “İbnuzzaman” (zamanın çocuğu) olarak davayı kuşanmanın gereğine vurgu yaparak; öncelikle Müminlerin küfre karşı İslam davasını yaşatmak için zamanın, zeminin ve şartların gerektirdikleriyle kuşanmasının şart olduğunu söyler. Saniyen, batılın tahammülsüzlüğünden ve genel itibariyle batılın, fikren Hak’la mücadele edememesi sebebiyle hiçbir zaman İslam davasının karşısına mertçe çıkıp fikren mücadeleyi yapamadığından söz eder. Bu yüzden de, her daim İslam davasına karşı İblis’in yolunda, şeytani hile ve desiselere, iftira ve yalanlara başvurma yolunu tercih ettiklerini, iftira yalan ve dolanla da İslam davasını engelleyemediklerinde şiddete başvurduklarını ifade eder. Bunun karşılığında anladıkları dilden cevap vermen gerekliliğini belirtir.[4]
***
Atasoy Müftüoğlu da, Vakti Kuşanmak adlı eserinde zamanın insanına ve hassaten gençliğine ulaşabilmenin ve ona dokunabilmenin temel değerlerinden söz eder:
Harama ayarlı bir hayatın içinde, müminler için bir esenliğin olmadığından bahisle, kişisel tercihlerle kalmanın, her şeyin ve herkesin kölesi olarak kalmak anlamına geldiğini, kişi sürü olmaktan kurtulmak istiyorsa, güçlerin buyrukları doğrultusunda bir hayatı ve bir dünyayı işaret eden kitle haberleşme araçlarını izlemekten kurtulması gerektiğine vurgu yapar. Batıla ait bir yöntemle, hakikatin sınırları çizilemeyeceğini, bütüne ayarlı bir dikkat ve çaba, geçici ve sınırlı özgürlüklere itibar etmeyeceğini belirtir.
Akabinde şu ifadelerle mesajını verir: “Gönlünüzü veriyorsanız daha güzel bir gönül kazanacaksınız. Vaktinizi veriyorsanız daha güzel vakitler kazanacaksınız. Kazandıklarınızın güzellerinden veriyorsanız, size bunların daha da güzelleri verilecektir. Hangi şeyi veriyorsanız bunun yerine size daha yenileri verilecektir. Kardeşlik ve dostluk verirseniz, kardeşlik ve dostluklar bulacaksınız. Allah’ın sizleri üzerinde vekil kılmış olduklarından verdikçe, yeni nimetlere de vekil kılınacaksınız.”[5]
Sonuçta, milletin inançları ve değerleriyle oynayarak gençlerin imanında tereddütler yaratmaya çalışan dâhili ve harici bedhahların su-i emellerini kursaklarında bırakmak ve insanımıza sahip çıkabilmek için çağın bütün imkân ve verilerini kullanmak mecburiyetinde olduğumuzu bilelim. Merhum Akif’in dediği gibi;
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”[6]
Bu yolda ve bu amaçlarla donanarak ve vakti kuşanarak yapılacak çalışmaları, Allah’ın bereketlendireceği konusunda şüphe yoktur.
[1] Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferansları, s. 291-295.
[2] Meriç, Bir Facianın Hikâyesi, s. 36; Bu Ülke, s.52n
[3] Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferansları, s. 304
[4] Fatih Akman, “İbnuzzaman Olarak Davayı Kuşanmak”, 28.02.2021 )(https://dogruhaber.com.tr/yazar/fatih-akman/16134-ibnuzzaman-olarak-davayi-kusanmak) (erişim tar. 16.03.2025)
[5] Atasoy Müftüoğlu, Vakti Kuşanmak adlı eserinden
[6] M. Akif Ersoy, Safahat adlı esrinden