Covid-19 aşısının resmen veya fiilen zorunlu hale getirildiği bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye de seyahatlerdeki aşı zorunluluğunun yanında birçok yere girişte haftada 2 defa PCR testi zorunluluğu getirerek fiilen aşı zorunluluğunu getirmiş oldu.
Sözde insanların kendi “iyiliği” için her türlü hakları devletler tarafından ellerinden alınıyor. Evrensel sözleşmelerde yer aldığı gibi Anayasamızda da yer alan birçok temel hak ve özgürlüklerimiz yine “bizim için” bizden alınıyor. Kişi Dokunulmazlığı Hakkı, Kişi Hürriyeti ve Güvenliği, Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması, Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti, Düşünce ve Kanaat Hürriyeti, Basın ve Yayınla İlgili Hürriyetler, Toplantı Hak ve Hürriyeti… Bütün bu haklarımız tek tek elimizden hem de kendi rızamızla alınıyor. Rıza göstermeyenler de bu sisteme boyun eğmiş kesim tarafından neredeyse cadı avına maruz kalıyor.
Halbuki Anayasamızda bu hakların nasıl sınırlandırılabileceği açıkça ifade edilmiştir:
Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. (Anayasa 13. madde)
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. (Anayasa 17. madde)
Anayasa Mahkemesi bebeklik dönemi aşılarının zorla yaptırılmasına karşı yapılan bireysel başvuruyu aşının vücut bütünlüğüne bir müdahale olduğunu da ifade ederek kanunilik ilkesi taşımadığından bahisle kabul etmiştir. Covid-19 aşıları için de bu karar emsal niteliğindedir.
Televizyonda hep aşı lehine haberlere yer veriliyor, aşı aleyhindeki görüşlere bu yönde ciddi iddialar ve deliller ortaya koyanlara ise hiç yer verilmiyor. Ekranlarda aşılamalardan sonra ülkelerde hastalık ve ölüm sayılarının büyük artış gösterdiğine dair bilgi ve istatistikleri de göremiyoruz.
Küresel güçler kendi aşılarını pazarlamak için her türlü unsuru kullanıyorlar, yeri gelip korku pompalamaktan da çekinmiyorlar. Bu korku ortamı salgının başında insanların yollarda bir anda yere düşüp öldüğü iddia edilen ve sonrasında covid-19 ile hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıkan görüntülerle başladı. Son günlerde de yoğun bakımlarda hep aşısızların olduğu hatta yeni varyantlarda aşılıların sağ kalacağı ve aşısızların öleceğine dair haberler servis ediliyor.
Dünya lideri olma mücadelesindekiler şimdiye kadar güçlerini savunma sanayiinde, nükleer güçte göstermeye çalışırlarken şimdi aşı üretip kendi aşılarının kabul görür olması için aşı savaşları yapıyorlar. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) Pfizer-Biontech’in aşısına tam onay verdi. ABD dünya liderlerinden 2022’ye kadar dünya nüfusunun %70’inin aşılanmasını istedi ve bu istek emir addedildi. Yeni kısıtlamaların devreye sokulması ve var olan kısıtlamaların genişletilmesi hemen gerçekleştirildi.
Her baskıdan sonra henüz aşılanmayan birçok insan aşılandı, daha önce aşılananlara ise yeni doz aşılar yapıldı ve böylece aşı tacirlerinin kasaları biraz daha doldu ve dolmaya da devam ediyor. Moderna’nın 16, Biontech’in 10 kat değeri arttı. Her iki firma da ABD ile ilişkili. Moderna tümüyle, Biontech ise Pfizer olarak %50’si ile ABD’nin. Bu şirketlerin pandemi döneminde piyasa değerleri 242 milyar dolar arttı. Bu artış yetmemiş olacak ki Pfizer-Biontech 6 aylık bebekleri bile aşılamak üzere FDA’dan onay almak için başvuru yapacağını açıkladı.
Pazar olarak gördükleri aşı satışlarındaki kâr öyle iştah kabartıcı oldu ki birçok ilaç şirketi bazen kendi ülkelerini bazen de birkaç ülkeyi iş birliği adı altında arkalarına alarak ve hatta aşılarının reklamlarını yapıp “varyant geçirmez” gibi sloganlarla umut tacirliği yaparak aşı çalışmalarına devam ediyorlar.
AB ABD’nin aşı piyasasında söz sahibi olmasından ve büyük orandaki kârını yemesinden rahatsız olduğu için Pfizer-Biontech aşısı için "Bir Avrupalı şirkete 1 Euro verirsek o 1 Euro Avrupa'da kalmış olur. Fakat eğer 1 Euro’yu Biontech'e verirsek bunun 50 centi ABD'ye gidecek" ve “yeteri kadar Avrupalı değil” demektedir.
Ülkemizde Biontech aşısı olanlara imzalattırılan onam formunda “Bu aşının uzun süreli etkilerinin ve verimliliğinin şu an bilinmediği yine aşının henüz bilinmeyen olumsuz etkilerinin de olabileceği, ürünün salgın koşulları altında tamamen kişinin kendi istemesi halinde kişiye uygulanacağı bilinmelidir. Bu sebeple üretime ait hataların haricinde oluşabilecek maddi ve manevi zararlar konusunda üretici firma sorumlu olmayacağını beyan etmektedir.” diye yazmaktadır. Tabii bu formu imzalayanların formu okudukları dahi şüpheli.
Daha aşının etkileri/yan etkileri dahi belli değilken, aşısızların hastalığın bitmesine engel olduğu gibi hiçbir bilimselliği olmayan ve ispatlanmamış iddialar ortaya atılıyor. Bu sebeple aşılama arttırıldığı gibi aşılı olanların aşısız olanlara baskı uygulamasına da sebep oluyor. Yaşamsal ihtiyaçların karşılanması dahi umursanmayıp aşısızlar için “Markete sokmayalım” diyen vatandaşlar dahi var. İş yerleri aşı olmayan çalışanlarına ağır bir şekilde mobbing uyguluyor, bu da sonuç vermez ise işine son veriyor.
En şaşılası tekliflerden biri de laboratuvarda üretildiği artık kabul gören bu virüsü çıkaranların, dünya nüfusunun azaltılması için çalışma yapanların yargılanması için hiçbir şey yapılmazken “Aşı yaptırmayanlar yargılansın, ceza alsın” deniliyor.
Yoğun bakımların aşısızlarla dolu olduğu iddiasının tersini söyleyenler de çok fazla. Aşı olanların hatta 3. doz aşısını olanların dahi yoğun bakımlarda olduğunu, vefat ettiklerini duyuyoruz.
Daha önce yaşanan domuz gribiyle ilgili olarak DSÖ’nün yöneticilerinden bir profesör "Domuz gribi salgını ilaç üreticilerinin kârlarını artırmak için bu şirketlerle ortak olarak üretilen bir korku kampanyasıydı. Tüm tahminlerinde yanıldık. Domuz gribi konusunda halkta büyük bir panik yaşanmasına sebep olduk” demişti. Domuz gribi “yüzyılın en büyük tıp skandalı” olarak tanımlanmıştı. Türkiye’de de şimdi olduğu gibi yine birçok kişi aşılanmış, satın alınan aşılara 1 milyar TL’ye yakın para ödendiği ve aşıların yarısının (5 milyon doz aşı) elde kaldığı ifade edilmişti. Şu an bilim kurulu üyesi olarak TV’lerde yer alıp aşılanma yönünde görüş bildirenler domuz gribi zamanında da ekranlardaydı ve yine aşılamanın arttırılması gerektiğini söyleyip ölüm sayılarının bile ne olacağını söylüyorlardı.
Bilim şüphedir… Bilimsel düşünüşün karakteristik özelliği, şüphe etmektir. Etkinliği henüz kesin olarak kanıtlanmamış bir aşıya şüphe ile yaklaşanları bilime aykırılıkla suçlamak bilimin özüne aykırıdır.
Sağlık çok hassas bir konu, kesin ve net konuşmak zor. Dolayısıyla hiç kimsenin aşı olun veya aşı olmayın deme gibi bir hakkı olmamalı. Aşıya karşı olmak ile zorunlu aşıya karşı olmak birbirine karıştırılmamalı. İsteyen aşı olur hatta 4. dozunu, 6 ayda bir de yeni dozunu üstüne bir de grip aşısını olur, isteyen de aşı olmama hakkını kullanır.
Yapılması gereken maske, mesafe ve hijyene azami dikkati göstermek temel hak ve özgürlükleri (eğitim, çalışma, ibadet, seyahat vb.) kısıtlayan uygulamalara bir an önce son vermektir. Türkiye aşı tacirlerinin pazarı haline gelmemeli zaten her konuda ayrıştırılan insanımız bu uğurda birbirine düşürülmemelidir.