Geçen yazımızda tanıdığımız Can Dündar’ın meziyetlerinden söz etmiştik. Bu yazımızda da tanıyamadığımız, tanımakta zorlandığımız Can Dündar’dan söz etmeye çalışacağız. Keşke imkân olsa da bu konuda bize yardımcı olsa...
Aradan geçen zaman, onun vicdanını mı aşındırdı; yoksa yapılan tehditler/mahalle baskısı etkin mi oldu, bilmiyoruz. Ancak her ne olmuşsa olmuş onda vicdan kayması olduğu apaçık ortada; buna paralel olayları çarpıtma, manipüle etme gayretleri de oldukça gelişmiş.
Buna değer mi, değmez mi, onun kararını verecek olan şüphesiz kendisidir; ancak biz hakkaniyet sahibi Can Dündar’ı sevdiğimizi ve O’nu çok aradığımızı belirtmek istiyoruz.
***
Can Dündar, üzerinde nasıl bir baskı hissetmiş ki sözünü ve duruşunu değiştirmiş, onurunu kaybetmekle karşı karşıya kalmış:
Gezi parkını boşaltmak için başlatılan hazırlığı “Katliam hazırlığı” olarak niteliyor. Hem de canlı yayında, “Katliam hazırlığı bu… Annelerin kucağından çocuklarını alıyorlar. Çocukların çığlıklarına tanık oluyorum. Gerçekten çok kötü şeyler olacak. Ben kaç yıldır gazetecilik yapıyorum bu kadar pervasızca yapılmış müdahale görmedim. Biraz önce Vali ile görüştüm ‘Çaresizliğini’ söyledi” açıklamalarını yaptı.
Can Dündar bağlandığı Halk TV’deki konuşmasına şöyle devam ediyor: Ben de bir babayım, gerekirse oraya gidip TOMA’nın önüne yatacağım. Başka yolu yok. İstedikleri nedir yani? Bir parkı koruyor bu çocuklar. Bu şiddetle neyin intikamı alınıyor, akıl alır gibi değil… Herkesten rica ediyorum, buraya yardım elinin uzanması için ne mümkünse yapsın. Herkes Başbakanı bu çılgınlıktan vazgeçirmek için ne kanal varsa kullansın.”
Akıl almaz bu konuşmasından sonra, gidip TOMA’nın önüne mi yattı yoksa sıcak yatağında mı? Onu bilmiyoruz; ancak bildiğimiz bir şey var ve ona soruyoruz: Çılgın olan Başbakan mı, yoksa olayları çarpıtanlar mı?
Peki, şu satırların da sahibi Can Dündar değil miydi?
“Orada AVM olmaz. Gelin konuşalım çevreci kardeşler” dediniz ya Sayın Başbakan! Geç kaldınız. Çok geç… Artık geçmiş ola!..”
Bu söyleme karşılık olarak biz de şunu söylemiştik: “Şimdi, Başbakanımızın bu iyi niyetine karşılık olarak söylenecek söz mü bu Allah aşkına! Şunu mu demek istiyor Can Dündar: “Sen geç kaldın, biz yapacağımızı yapacağız.” Ne yapacaksın Sayın Dündar? Yakıp yıkmaya devam mı edeceksin? Bu dil barış dili midir sizce?”
Can Dündar, Halk TV’ye konuşurken kendini öyle kaptırmış gidiyordu ki, insanın “Atma be birader, din kardeşiyiz!” diyesi geliyor. Ne kadar saptırırsa saptırsın, ne kadar yalan uydurursa uydursun “çapulcular”a yaranamayacağını çok geç anlayacak; ancak iş işten geçmiş olacak. O, nasıl bilmez, sadece onların borusunu öttürdüğü müddetçe, onlar için değerli olacağını!
En has adamlarını bile sormadan dinlemeden “hain”, “satılmış kalem”, “yavşak” ilan etmediler mi? O da, izinden döner dönmez ilk iş olarak sitem dolu bir yazı yazmadı mı?
Yılmaz Özdil’den bahsediyorum. İşte o yazısından bazı bölümler:
“İzahat vermek... Bunca sene yazdıklarımız ortadayken, izahata mecbur kalmak bile utanç verici ama...
Hastanedeydim. Eşim ameliyat oldu. Refakat ettim, hepsi bu.
Sürpriz cerrahi müdahale yüzünden, başta eşimin ailesi, sevenlerimizi velveleye vermemek için "iki gün tatil" dedim. Sevenlerimizi endişelendirmeyelim derken, sevenlerimizin (!) bizi alt tarafı iki günlük yoklukta "satılmış kalem" ilan edebileceğini tahmin etmedik. Toplumun uyanması, ayağa kalkması için hayatımızı ortaya koyduk, toplum ayağa kalkınca ilk iş bizi "hain" ilan etti.
Aslında salı günü yazmaya başlayacaktım ama bakayım yavşak diyen çıkacak mı diye bekledim, "meğer yavşakmışsın" mesajı geldi TC Öner'den... Artık yazabilirim. Gezi Parkı'nın herhangi bir ağacının herhangi bir dalındaki herhangi bir yaprağına hakkımız geçmişse eğer, helali hoş olsun.”
Can Dündar, yoksa kendini Yılmaz Özdil’den daha ayrıcalıklı görüp farklı muamele göreceğini mi sanıyor? Hiç sanmıyoruz… Yazılıp çizilene bakınca…
Bütün gücünü kullanarak “Mustafa” adlı bir belgesel hazırlamıştı. Takdir göreceğini beklerken/zannederken burnundan getirdiler. “Filmin adı kendi başına ideolojik ifadedir” dediler. Can Dündar’ın nasıl bir ideolojiye sahip olduğunu söylemediler. Keşke söyleselerdi de cümle âlem öğrenseydi!
İşte biz buna parmak basmaya çalışıyoruz. Kendi adamları, Can Dündar’a bu itham ve karalamalarda bulunursa, bunların başkalarına ne yapacaklarını hatırlatmaya çalışıyorum, sadece.
Bunlar ne istiyor? İstedikleri gayet açık: Çıkarlarına, zinhar dokunmayacaksın. Söylediklerinin üstüne söz söylemeyeceksin. Kalıplara uyacaksın… vs.vs. Aksi takdirde, “Sanatın Ergenekonu” sana dünyayı/sanat alanını zindan eder, bilmiş ol! Nasıl mı? Sen hâlâ öğrenemedin mi nasıl olacağını? Peki o zaman, şu cümleleri tekrar hatırlatalım:
“Bugün Can Dündar, Türkiye liboşlarının en önde gidenidir. İşine gelir içinden çıktığı dernek ve grupları yerden yere vurur. Gün gelir Atatürk’ün sofrasına hareket eder. Herkese Müjdat Gezen tiyatrosunda gösterime giren Mustafa Kemal oyununu tavsiye ediyorum. Can Dündar gâvurundan iyidir…”
Bunu söyleyen aynı camianın insanı, Müjdat Gezen…
Düşünüyorum da, yoksa haklı mı, Gezen?
Baksanıza, bir orada bir burada gezerken o, biz de gerçek Can Dündar’ı bulamaz olduk!
Ama her şeye rağmen, okuyucular olarak eski, onurlu, duyarlı Can Dündar’ı aramaya devam edeceğiz...
Peki ya o, Gezi olayları ile birlikte gösterdiği başkalaşımdan kurtularak kendini bulabilecek mi? Bekleyip göreceğiz. Kendini bulursa biz de çok sevdiğimiz insanımıza kavuşmuş olacağız. Biraz zor görünüyor; ama biz ümidimizi kaybetmedik, kendisinin de kaybetmemesini diliyoruz.
Şunu da bilsin ve inansın ki, bu her şeye değer. Kendisine vaat edilenlerin büyüklüğü ne olursa olsun!
Son söz: “Sanatın Ergenekonu”nun baskısından kurtulabilmesi için, gerçek Can Dündar olması da yeterlidir.
(28 Ekim 2013)
Not: Can Dündar, kendini bulması bir yana, içerideki yandaşları onu kesmeyince, birlikteliğini ve faaliyetlerini güçlendirerek sürdürmek için Feto’nun kuyruğuna takılıp soluğu Yurt dışında aldı ve Yurdumuz aleyhine olan çalışmalarına son gaz oradan devam etti ve ediyor…