'Hûtame nedir bilir misin?' 28.06.2019
İslâm, her ahkâmı ile bize dünya hayatının huzur içerisinde tamamlanması için herkesin eşit, adil bir yaşam sürmesini garanti eder. İnsanı özgürleştirir; ahlâk, vicdan ve merhamet sahibi bir birey olmasını sağlar. Yeryüzü nüfusuna kayıtlı her insan, bu özgür ortam ve eşit şartlarda imtihandadır. İyinin, güzelin, hak ve adil olanın peşinde kendini ya bulur ya da kaybeder..
İşte insanoğlu bu imkân ve şartları ifsad eder. Bu imtihanı kendi lehine avantaja çevirmeye çalışarak iblis ile ortaklık edip, insanlık aleyhine şike yapar. Tıpkı Kabil örneğinde olduğu gibi...
Bu şike, her çağda şekli ve yapısı değişse de maddeye dayandırılan üstünlükle yapılmaktadır. Sahip olma duygusu, mülkiyet tutkusu insanı sahibi olmadıklarının peşinden sürükler. İnsana, diğer insanlardan üstün olduğunu hissettiren ve sürekli ruhuna üstünlüğünü fısıldayan bu güç; insanı aynı zamanda insanlıktan çıkarıp "aşağıların da aşağısına" indiren bir cellada dönüştürür.
Mübarek kelâm bize çağlar boyu yaşanan ama bir türlü ibret alın(a)mayan bu döngüyü sürekli hatırlatır ve gözler önüne serer...
Meselâ :
Hûmeze suresinin 6.ayetinde müfessirlere göre 'buradan başka hiçbir yerde cehennem ateşi için "Allah'ın ateşi" ifadesi kullanılmamıştır. Burada ateş Allah'a nispet edilmiştir. Bunun sebebi de sadece o ateşin korkunçluğunu anlatmak için değil, aynı zamanda dünyada mal varlığı nedeniyle gurur ve tekebbür edenlerin Allah (c.c) indinde ne kadar nefretle karşılandıklarını da vurgulamak içindir.'
Hemen devamındaki ayette dikkat çeken bir başka ifade ise "Ef'ideh" kelimesidir. Anlamı ‘kalp’tir. Ancak bu kelime yine müfessirlere göre "insanın göğsündeki kalbi için kullanılmamıştır. İnsanın şuur, idrak, hissiyat, heves, akaid, düşünce, niyet ve irade yeri için kullanılmıştır. Ateşin kalbe kadar ulaşmasının anlamı, insanın kötü düşüncelerinin, fasit akidelerinin çirkin heveslerinin, habis niyet ve iradelerinin merkezine kadar Allah'ın ateşinin ulaşmasıdır."
Bu akledenler için ne kadar acı ve ibret vericidir. Bu ateş iki cihanda insana azaptır. Dünyadaki mal/mülk sevgisinin insanı nasıl bir sınıfsal tasnife götürdüğü ve buradan nasıl bir zülüm ortaya çıkarttığını düşünmemiz gerekir.
Buradan hareketle her çağda hak/batıl mücadelesinin temelini oluşturan unsurlardan belki de en önemlisi işte bu sınıfsal döngüdür. İslâm, bu döngüyü ortadan kaldırmak için çağlar boyu ekonomik, sosyal ve insana dair her alanda mücadele yöntemlerini bütünüyle insanoğluna teklif etmektedir. Bu teklif, beşeri insan yapacak bütün üstün nitelikleri içinde barındırmaktadır. Peygamberî metodun güzelliği bu mücahedenin emek ve alınterinde saklıdır. Müşrikleri kendi sapkınlık ve karanlığında boğan; sermayenin temerküzü, mal/mülk düşkünlüğü, çokluklarıyla övünme, asabiyet köklerinin kutsallığı ve yeryüzünde kendilerince şerefli/izzetli olmalarının temeline bunları koymalarıdır. Her çağda müşrik değişmez bir karakterdir. Bütün peygamberlerin karşısında mal/mülk ve çoklukları nedeniyle kendini herkesin üstünde gören bir çete vardır. Bu çete gücünü sadece sermayesinden ve çocukluğundan almaz aynı zamanda toplumun cehaletinden de alır. Halka kendi menfaat ve çıkarlarını korumak, halkı köleleştirmek ve düzenlerini devam ettirmek için yeni bir din ihdas ederler. Bu din anlayışı piyasaya müdahale etmeyen, elle dokunur/gözle görülür bir tanrı anlayışı ile toplumun iç dünyasındaki boşluğu da ihmal etmez. Müşrik, Allah'a inanmayan demek değildir. Müşriklik, aksine birden fazla tanrıya kulluk eden bir anlayıştır. Resulullah müşrik bir toplumu putperestliğin zirve yaptığı bir zamanda hidayete davet etti.
O gün ki toplumun tapındığı putların en meşhur olanları; “Lat,Uzza,Menat" onlar için ne anlam ifade ediyordu? Tahtadan, taştan ve helvadan yapılmış putların somut olarak bir fayda getirmediği çok açıktı. Bu isimleri de o putlara ataları takmıştı. Asabiyet bağlılıkları bu tapınmayı heva ve hevesleri ile birleştirdi. İsmini kendilerinin koyduğu bu putları etimolojik olarak olarak incelediğimizde karşılıkları şu şekilde ortaya çıkıyor:
Lât: Otorite
Uzza: Güç
Menat: Para
Mübarek Kelâm ne büyük mücizeleri içinde barındırıyor. Acıdır ki insanın hayatı boyunca peşinde koştuğu bu geçiçi hevesler onun bir zamandan sonra tanrısına dönüşür..
İnsan kendi hayatının yazarıdır. Tarihi boyunca insan en başta ifade ettiğimiz ölçekte kendine bir tercihte bulunur. Yine ne acı ki her çağda nice kavimler hak zannettiği batıl inancının esaretinden kurtulamamıştır. İnsan bir kez kendisinin hakk'ın yanında olduğuna inanmaya görsün hemen hakk'ın da sadece kendi yanında olduğuna inanır. Ama durum hiçte öyle değildir...
Yaşadığımız çağdaki bugün ki zulüm düzeninin temelinde, işte yine bu döngünün devam ediyor oluşu yatmaktadır. İnsanın, insana kulluğunu bitirecek ve onu “eşref-i mahlûkat” yapacak olan işte bu döngü ile giriştiği mücahede olacaktır...
Kaybettiklerimizi aradığımız yere bakalım. Doğru yerde aramıyorsak bir ömür daha tüketsek bulamayız. Yitik kaybedilen yerde aranır..!
Kendimizi kaybettiğimiz yerde arayalım...
Ve hep birlikte orada buluşalım..
Paylaş