“Ve Biz de istiyorduk ki, ülkede zayıf ve güçsüz bırakılanlara destek çıkalım ve onları öncüler yapalım; ve kendilerini (ülkeye) varis kılalım” (Kasas: 28:5)
Bu ayeti ne zaman okusam, bir İlahi mesaj tam da bunu söylemelidir derim.
Zayıf ve güçsüz olanların, öncüler olması gerektiğinin aynı zamanda bir murad-ı İlahi olduğu vurgusu, adaletin ne derece önemli bir mesele olduğunu anlamakta önemlidir.
İncil'deki, "İşte böylece sonuncular birinci, birinciler de sonuncu olacak" (Matta:20:16) şeklindeki ibare de, kutsal metinlerdeki İlahi iradenin, güçsüz ve zayıftan yana olduğunu hatırlatır mahiyettedir.
Musa'nın, Firavun ile mücadelesinin ana gayesi de bu değil midir?
Zalim bir iktidar tarafından sömürülen ve kendi öz kimliklerine yabancılaşan İsrailoğulları'nın eğitim, terbiye ve irade telkini ile kaybettikleri değerlere tekrar kavuşması, kadim bir mücadeledir.
Kur'an, sürekli Musa ve İsrailoğulları hatırlatması yapar ki, vahyin ilk muhatapları, hem motive olarak bu kutlu adalet mücadelesine omuz versinler, hem de akîbetin, sorumluluk sahiplerinin başarısıyla sonuçlanacağı müjdesi ile morâl bulsunlar.
Nitekim, öyle de olmuştur. Zira inanarak çalışanlar için kuşkusuz zafer mukadderdir.
Peygamber döneminde yapılan savaşların, genelde din savaşı olduğu kanaati yaygındır. Oysa ki, onlar din savaşı olmaktan ziyade adalet ve zulüm mücadelesidir. Sömürüye başkaldırıdır.
Allah resulü, Mekke'deki din patentli zulüm ve sömürü çarkının içine çomak sokmuştur. Kula kulluk etmemenin, birey ile Allah arasına girmeyi yasak kılmanın, zulmün kökünü kurutacağı aşikardır.
Burada temel gaye, insanlığı bir inanç sisteminden diğerine geçirmek değil, mülkün temeli olan adaleti ikame etmek yani sömürü zihniyetine son vermektir.
Elbette ki, zulüm ile mücadelenin, sömürü ile savaşın, en evvela zihinlerde yapılması gerekir.
İlk ırkçı'nın şeytan olduğunu öne çıkararak, Acem'in Araptan, siyahın beyazdan, zenginin fakirden farkı olmadığını hatırlatan, üstünlüğün sadece takva yani vicdanî sorumluluk duygusuyla mümkün olabileceğini vurgulayan, entellektüel bir aydınlana yaşanmalıdır önce.
Zira düşüncenin duyguyu, duygunun davranışı tetiklediği, sosyo-psikolojik bir gerçektir. Davranışların bütünü ise hayatımızı değiştirir.
Bu nedenle önce, zihinsel devrim şarttır. Dolayısıyla, tarihin hangi döneminde ve nerede olursa olsun, ezilenlerin öncelikle psikolojilerinin düzelmesi ve kimliklerinin yeniden inşa olması gerekir.
Nitekim sömürünün küreselleştiği ve dünya topraklarının egemen güçlerce pay edildiği 20. yüzyılda, koloni zihniyetine en büyük darbeyi Frantz Fanon isimli bir psikiyatrist vurmuştur.
Frantz Fanon, 1961'de henüz 36 yaşında vefat eden lakin bu kısa hayatında, Sartre gibi bir çok düşünürü etkileyen hatta Ali Şeriati'nin eserlerini Farsca'ya çevirdiği bir isimdir.
Karaib adalarından Martinik'de doĝan ve Fransa'ya öĝrenci olarak gittikten sonra tecrübe ettiği ayrımcılık nedeniyle sömürge karşıtı bir duruş sergileyerek, hayatını Ibrahim Fanon olarak tamamlayan bir psikiyatristtir o.
“Siyah Deri- Beyaz Maske” ve “Yeryüzünün Lanetlileri” olarak isimlendirilen eserleri kesinlikle okumaya deĝerdir.
Sömürgeci zihniyetin psikolojisini deşifre eden ve ezilen halkların aşağılık kompleksinden kurtularak, kendi kimlikleri ile inşa olmalarına vesile olan “Yeryüzünün Lanetlileri” isimli eseri, Fransa'da bir dönem piyasadan toplatılan anıt eserlerindendir.
Fanon'un, İncil'den mülhem “Sonuncu İlk Olacak, İlk ise Son” talebi, siyahî sömürge tebaası olarak, kendisinde ve çevresinde bizzat gözlemlediği acı deneyimlerden kaynaklandı. Fanon, sömürgeleştirilmiş halkların ırkçılık, yasal ayrımcılık ve tecrit edilmiş okullar ve mahalleler nedeniyle, nasıl insanlıktan çıkarıldığını betimleyerek entellektüel bir mücadele başlattı.
“Ezilenler her zaman kendileri hakkında en kötüsüne inanırlar" çıkarımı, uzun gözlemlerinden sonra elde ettiği psikolojik bir tahlildi. Evet, işte bu idi sömürülmenin sebebi ve problemin reçetesi de yine buradan başlamaktı. Yani kitleleri, ezilmişlik psikolojisinden kurtarmak.
Fanon'un tespit ettiği bu ezilmişlik psikolojisi, benim de, yıllardan beri mahkûmlar üzerinde gözlemlediğim bir husustur.
Bir karamsarlık tablosu hakimdir genelde ezilenlerin halet-i ruhiyesinde.
Oysa ki, iman umut vermek içindir. Allah için imkansız yoktur. Vahiy, çalışanı ve emek vereni müjdeler.
Allah, fecre, gündüze, geceye ve güneşe yemin ederek eşya'nın tabiatında zahmetin ve rahmetin, inişin ve yokuşun, zorluğun ve kolaylığın mündemiç olduğuna dikkat çekerek, uyanışa ve direnişe davet eder!
Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! diyerek resulullah'ın şahsında, tüm insanlığı sömürüye ve zulme karşı ezik değil dik durmaya teşvik eder !
Zira sömürüye karşı mücadele, öncelikle zihinlerde ve gönüllerde olmalıdır!
Kudüs, Aralık 1917'de İngilizler tarafından işgal edildiğinde, bölgedeki yerli nüfusun, General Edmund Allenby'e müjdeli haberi getiren (peygamber) yani en nebi şeklinde hitap etmeleri aslında işgalin öncelikle zihinlerde ve gönüllerde gerçekleşmiş olduğunun kanıtı değil midir?
Evet, ezilmekten kurtulmak öncelikle eziklik psikolojisinden kurtulmakla mümkündür.
Gerek Kur'an'da Bakara suresinde gerekse Tevratta Çıkış bölümünde anlatılan, Musa (as) vahiy almaya gittiği zaman, İsrailoğulları'nın "altından buzağı yapma" serüveni, onların hala o eziklik psikolojisinden kurtulamadıklarını anlatıyordu.
Zira o buzağı, Mısır'ın Tanrısının fizikselleştirilmiş halinden başka bir şey değildi! Bu sadece şirk olması hasebiyle teolojik açıdan değil, aynı zamanda bir eziklik halet-i ruhiyesi olma sebebiyle psikolojik açıdan da problemli bir davranış idi. Onların yüzlerce yıl, Firavun'nun zulmünde inim inim inlemeleri ise bu psikolojinin kaçınılmaz bir neticesiydi.
Bugün de durum çok farklı değildir. Eziklik, bir lokma ekmeği, özgür olmaya tercih eder. Oysa ki, ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz asla ve Ya istiklal ya ölüm diyebilen hür vicdanlar ancak bir özgürlük mücadelesi başlatabilirler.
Zira özgürlük olmadan, ne ahlâk ne de iman, hakiki anlamıyla mümkündür.
Evet, bir gün sonuncular birinci olur lâkin bu evvela ezilmişlik psikoljisinden kurtulmak ile mümkündür!
Selam ve dua ile